20. Hukuk Dairesi 2017/5565 E. , 2019/6192 K.
'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili, 22.03.2017 tarihli dilekçesiyle, müvekkillerinin murisleri adına tapuda kayıtlı, .... parsel sayılı 23.250 m2'lik taşınmazın tapusunun, Orman Yönetimi tarafından açılan dava üzerine .... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/154 E. - 2008/406 K. sayılı kararıyla kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle iptaline karar verildiğini, kararın temyiz incelemesinden geçerek 09.11.2009 tarihinde kesinleştiğini, müvekkillerinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek şimdilik 10.000.-TL tazminatın tapunun iptali tarihinden itibaren yürütülecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 18.02.2015 tarihli dilekçesi ile davasını 896.565,00.-TL olarak ıslah etmiş, 12.11.2015 tarihli dilekçesi ile de ıslah harcını yatıramayacaklarını belirtip fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava açma hakları saklı tutularak davalarının dava dilekçesindeki miktar için kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, dava konusu taşınmazı davacıların senetsizden zilyetsizlikle iktisap ettikleri, tapusu iptal edilmiş taşınmaza ilişkin olarak tapu kaydına güvenerek taşınmazı devralmış kişiler olmadığı, bu haliyle Devletin TMK'nın 1007. maddesi anlamında tazminat sorumluğunun gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili ile vekalet ücretine ilişkin olarak Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tapu kaydının mahkeme kararıyla iptal edilmesi sebebiyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından; 1971 yılında yapılan tapulama sırasında... 472 parsel sayılı 23.250,00 m² yüzölçümündeki taşınmazın tarla niteliği ile senetsizden ...ve ortakları adlarına tespit ve tescil edildiği, Orman Yönetimi tarafından açılan dava üzerine .... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/154 E. - 2008/406 K. sayılı kararıyla kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptaline karar verildiği, kararın temyiz incelemesinden geçerek 09.11.2009 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 22.03.2013 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Mülkiyet hakkı, Anayasanın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan kanunlarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Kanun ile değişik Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1. maddesiyle de güvence altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Turgut ve diğerleri-Türkiye davası kararında, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının, orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartlarınbulunmadığına işaret ederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamamasını ihlal nedeni olarak saymış,.... davasında ise, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak, gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 no.’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatarak, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4 - 383 E. - 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4 - 349 E. - 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m.1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu, kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.
Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, aynî hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk, asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğunun kapsamı, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hataları da kapsamaktadır. Bir başka deyişle, kadastro işlemleri, tapu kütüğünün oluşumuna dayanak oluşturduğundan, bu işlemler nedeniyle tapu kütüğünde oluşacak yanlışlıklar nedeniyle doğacak zararlar da TMK'nın 1007. maddesi kapsamındadır. Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukuki duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, 1971 yılında yapılan tapulama sırasında .... (öncesi ....) ilçesi, .... köyü 472 parsel sayılı 23.250,00 m² yüzölçümündeki taşınmazın tarla niteliği ile senetsizden .... ve ortakları adlarına tespit ve tescil edildiği,
Orman Yönetimi tarafından açılan dava üzerine ...... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/154 E. - 2008/406 K. sayılı kararıyla kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptaline karar verildiği, kararın temyiz incelemesinden geçerek 09.11.2009 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 22.03.2013 tarihinde açıldığı, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmaz hakkında kadastro tesbiti yapılarak gerçek kişiler adına tapu kütüğünün oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğu, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacıların gerçek zararının tespit edilerek tazminine karar verilmesi gerekirken, mahkemece davanın reddi yönünde hüküm kurulması doğru değildir. Bu nedenle mahkemece, zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği ve değeri belirlenmeli, taşınmazın niteliği arazi ise net gelir metodu yöntemi ile, arsa ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmeli ve tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda tazminatın davacılara ödenmesine karar verilmelidir. Açıklanan hususlar gözetilmeksizin davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine 24/10/2019 günü oy çokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
KARŞI OY YAZISI
Dava, kesinleşmiş orman kadastrosuna göre orman sınırları içerisinde kalan davacıya ait taşınmazın tapusunun iptal edilmesi nedeniyle tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat (TMK md. 1007) istemine ilişkindir.
Türk Medenî Kanunun 1007. (eski M.K. 917. md.) maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.' Hükmü amirdir.
Tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararlardan devletin sorumluluğunun mevzuatımız içerisinde yer alan kusursuz sorumluluk hallerinden biri olduğu doktrin ve uygulamada kabul edilmektedir.
TMK 1007. maddede yer alan “Devletin sorumluluğunun oluşabilmesi için; tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir eylem veya işleminin olması, bu eylem veya işlem sonucunda bir zararın doğmuş olması, eylem veya işlem ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekli ve yeterlidir.
Kusursuz sorumlulukta uygun illiyet bağından söz edebilmek için hukuka aykırı işlem veya eylem ile zararın oluşması arasında nedensellik bağının olması ve illiyet bağını kesen sebeplerin bulunmaması gerekir. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması ya da zararın doğmasında öngörülmeyen bir halin etkili olması gerekmektedir.
Bu açıklamalar kapsamında dava değerlendirildiğinde; davacı kendisine ait taşınmazın orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edildiğini ve bu şekilde mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Taşınmazın bulunduğu yerde 1942 yılında 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre orman kadastrosu yapılmış ve ilan edilerek kesinleşmiştir. Daha sonra aynı bölgede 1971 yılında yapılan tesis (arazi) kadastrosu sırasında davacı tarafından orman tahdit sınırları içerisinde bulunan davaya konu taşınmaz vergi kaydı ve davacının zilyetliğinde olduğundan bahisle hakkında tutanak düzenlenerek askı ilanına çıkılmış ve itiraz edilmediği için de kesinleşerek davacı adına tapu kaydı oluşmuştur.
Bir yerde tesis (arazi) kadastrosu yapılırken daha önceden yapılmış olan ve kesinleşen orman kadastrosu var ise bu sınırlara riayet edilerek tesis kadastrosunun yapılması gerekir. Tazminata konu olan taşınmaz 1942 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında orman olarak ilan edilip kesinleşen orman tahdit sınırları içerisinde kalan bir yerdir.
Anayasamızın 169. maddesinde; '...Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz...' hükmü yer almaktadır. Bu hükümde de açıkça yer aldığı üzere ormanların zamanaşımı ile iktisabı mümkün değildir.
Davaya konu olan taşınmaz ilan edilen ve kesinleşen orman kadastrosuna göre orman niteliğinde olduğu 1942 yılında hukuken kesinleşen bir yerdir. Burasının özel mülkiyete konu olamayacağı veya zamanaşımı ile mülkiyetin kazanılamayacağı Anayasamızın hükmü gereğidir. Hem Anayasamızın hükmü ve hem de yapılan arazi kadastrosunun ikinci kadastro niteliğinde olması nedeniyle davacı adına yapılan tespit ve tescil yolsuz bir tescil niteliğindedir. Hukuk Genel Kurulu ve Dairemiz bu tür tescilleri yok hükmünde kabul etmektedir.
Her ne kadar bir tapu kaydı oluşmuş ise de, bu tapu kaydı mülkiyeti kazandıran bir belge niteliğinde değildir.
Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından ....., mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek bir sonuca varmaktadır. Buna göre orman veya mera gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı ile kazanılamayacağına dair Türk Hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığını kabul etmektedir ...
Hukuk Genel Kurulunun 19.02.2003 gün 2003/20-102 E. - 2013/90 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere Türk Medeni Kanunun kabul ettiği sisteme göre tapuya tescilin geçerli olabilmesi ve mülkiyet hakkının doğması için geçerli bir hukuksal nedene dayanması zorunludur. Geçerli bir hukuksal nedene dayanmayan tesciller yolsuz tescil niteliğinde olup sahibine mülkiyet hakkı kazandırmaz. Yolsuz tescille kamu malı niteliğinde olan taşınmazların özel mülkiyete dönüşmesi şeklinde taşınmazın hukuksal niteliği değiştirilemez. Aksinin kabulü Anayasamızın 169. maddesi hükmünün yok sayılması ve dolanılması anlamına gelecektir. Burada tapuda yolsuz tescil olduğundan tapu kaydı mülkiyet hakkını temsil etmediği, başka bir deyişle davacı tarafından mülkiyet kazanılmadığı için davacı adına oluşan tapu kaydının iptal edilmesi ile de mülkiyet hakkının ihlal edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu nedenle mülkiyet hakkından yoksun bırakılma iddiası dosya kapsamı ile uyuşmadığından mülkiyet hakkından bedelsiz yoksun bırakıldığına ilişkin iddia ve buna mukabil taşınmazın rayiç bedeli kadar tazminat verilmesi de yerinde değildir.
Mahkemenin kabulünde olduğu gibi davacının bedelsiz olarak mülkiyetten yoksun bırakıldığı ve bu durumda TMK'nın 1007. maddesi gereğince yapılan yanlışlıktan devletin sorumlu olduğu kabul edilmesi halinde dahi hukuka aykırı eylem ile zararın oluşması arasındaki uygun illiyet bağının zarar görenin (davacının) ve üçüncü kişinin (kadastro komisyonunun) ağır kusurlu eylemi ile kesildiğinin kabulü gerekir. Zira davaya konu yerde orman kadastrosu yapılmış ve hukuken orman olduğu kesinleşen bir yerde, ki ilan yapılarak herkesin öğrendiği varsayılmaktadır, zilyetlikle mülkiyet kazanılamayacağına dair Anayasa hükmüne rağmen buyer hakkında tutanak düzenlettiren ve düzenleyenlerin ağır kusurlu olduğu ve bu ağır kusurun illiyet bağını kestiği ortadadır.
Bu açıklamalar ışığında davacının tapusunun iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı iddiası mülkiyet hakkının doğmaması nedeniyle hukuki gerçeği yansıtmadığı gibi, böyle kabul edilse bile davacı ve üçüncü kişilerin ağır kusurlu eylemleri nedeniyle illiyet bağı kesilmiş olduğundan Hazineyi bu tapu iptali nedeniyle Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince sorumlu tutmak mümkün olmadığı kanaatinde olduğumdan tazminat kararının onanması yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne muhalifim.
20. Hukuk Dairesi 2017/5565 E. , 2019/6192 K.
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntüleme
- Son mesaj
-
- 0 Cevaplar
- 25 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 11 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 21 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 14 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 16 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 18 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 4 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat