20. Hukuk Dairesi 2017/8861 E. , 2020/1206 K.

Kilitli
Kullanıcı avatarı
İctihat
Mesajlar: 681327
Kayıt: 30 Mar 2021, 02:46

20. Hukuk Dairesi 2017/8861 E. , 2020/1206 K.

'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 25/03/2009 havale tarihli dava dilekçesi ile; ... ilçesi, Yaylacık mahallesi 293 ada 30 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı iddiası ile açılan ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/69 E. - 2007/215 K. sayılı davası ile tapusunun iptaline karar verildiğini, taşınmazın arsa vasfında olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 600.000,00.-TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davacının davasının kısmen kabulü ile 363.645,00.-TL maddi tazminatın tapu kaydının iptaline yönelik mahkeme kararının kesinleme tarihi olan 12/11/2008 tarihinde itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2012 gün ve 2012/14053 E. - 2012/14014 K. sayılı ilamı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamında “Bilindiği gibi; konusu para veya para ile değerlendirilebilen bir şey (malvarlığı, mamelek hakkı) olan (yani, konusu belli bir değerle ilgili bulunan) davalarda karar ve ilam harcı nispidir. Nispi karar ve ilam harcının dörtte biri dava açarken davacıdan peşin olarak alınır. Peşin olarak ödenecek olan bu dörtte bir karar ve ilam harcı, dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden hesaplanır. Ayrıca, harç ikmal edilmemesinin yasal sonuçları da 492 sayılı Kanunun 30 ve 32. maddesinde duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirtilmiştir.
Öte yandan; Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır.
Somut olayda; davacı 25.03.2009 tarihli dava dilekçesinde dava değerini 600.000,00.-TL göstererek aynı miktar tazminat istekli olarak eldeki davayı açmış, ancak harcı maktu olarak yatırmış, mahkemece, yargılama süresince alınması gereken dörtte bir karar ve ilam harcının tamamlanmadan hüküm tesis edildiği görülmektedir.
Mahkemece, harç tamamlanmadan dava açılıp sonuca gidilmiş olmasının doğru olduğu söylenemez.
O halde; mahkemece, dava dilekçesinde gösterilen dava değeri üzerinden alınması gereken dörtte bir karar ve ilam harcının davacı taraftan alınması, eğer harcın tamamlanması yoluna gidilirse, davanın esası hakkında aşağıda belirtilecek şekilde yapılacak araştırma sonucu karar verilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Hemen belirtmek gerekir ki; Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “…bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…”, “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…”, bu önlem alınırken “…başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…”, kişinin “…kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Öte yandan, Anayasanın 40. maddesinin 3. fıkrasında “kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” Hükmü öngörülmüş, keza Anayasanın 129. maddenin 5. fıkrasında “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır. Medeni Kanunun 1007. maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır.Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez. Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.03.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, B.K.nun 55 nci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.06.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda Devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Diğer taraftan, tapu sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.
O halde, olayda davalı Tapu Sicil Müdürlüğünün dolayısıyla Hazinenin Türk Medeni Kanunun 1007. (Medeni Kanunun 917.) maddesinden kaynaklanan sorumluğunun dikkate alınması zorunludur. Bu bağlamda, çekişmeli taşınmazın değerinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Ancak, mahkemece, bu yönde yapılan soruşturma ve değerlendirmenin hüküm vermeye yeterli olduğu söylenemez.
Bilindiği üzere; davanın konusu olan bir taşınmazın değeri belirlenirken; cins ve nev'i, yüzölçümü, değeri etkileyebilecek tüm nitelik ve unsurlar, varsa imar durumu vergi beyanı, resmi kurumlarca yapılmış değer takdirleri, arazilerde taşınmaz malın mevki ve koşullarına göre olduğu gibi kullanılması durumunda getirebileceği net gelir; arsa ise emsal satışlara göre olması gereken satış değeri, taşınmazda yapı var ise, resmi birim fiyatları, maliyet hesapları ve yıpranma payı ile bedelin saptanmasında etkili olacak diğer objektif ölçülerin göz önüne alınmasında zorunluluk vardır.
Bunun sonucu olarak, arsa niteliğindeki taşınmazın emsalinin üstün ve eksik yönleri belirlenip karşılaştırma yapılarak zeminine; resmi birim fiyatları esas alınıp yıpranma payının düşülerek üzerindeki muhdesat durumuna göre değerinin saptanması; taşınmazın tarım arazisi olması halinde net gelir üzerinden bilimsel yollarla değerinin belirlenmesi; her iki halde de yıpranma payının varsa değer kaybının düşülmesi, emsalin zorunluluk olmadıkça yakın ve benzer bölge ve yüzölçümlü olması, bu konuda taraflara emsal gösterme olanağının tanınması; bu yönden mahkemece de re'sen araştırma yapılması, bilirkişi kurullarının açıklanan hususları irdelemeye, saptamaya ve değerlendirmeye yetkin, sıfat ve yeteneğe sahip uzman bilirkişilerden oluşturulması icap eder.
Esasları yukarıda gösterilen tespitler yapılırken çekişmeli taşınmazın niteliğinin diğer deyişle arsa veya arazi olduğunun 17.04.1998 tarih 1996/3 Esas ve 1998/1 sayılı İnançları Birleştirme Kararı içeriği ve sonucu ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararında değinildiği gibi, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan bir taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı (1/1000 ölçekli) imar planı ile iskan sahası olarak ayrılan yerlerde bulunması; imar planında yer almayan taşınmazın arsa sayılabilmesi için ise, Belediye veya mücavir alan sınırları içinde ve Belediye hizmetlerinden yararlanan meskun yerler arasında yer alması zorunluluğu da dikkate alınmalıdır.
Öte yandan, bu tür bir davanın, davacının taşınmaz mülkiyetini yitirdiğinin kesinleştiği (iptal ve tescil davası kararının kesinleştiği) tarihten sonra açılabileceği; mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmaz değerinin tespiti ve taşınmaz üzerinde bir bina var ise, kişinin yapılanmada iyi niyetli sayılıp sayılamayacağının tespiti bakımından bu binanın ne zaman ve hangi aşamada yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Somut olaya gelince; harcın tamamlanması sağlandıktan sonra, çekişme konusu taşınmazın bedelinin yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca saptanması, belirlenecek gerçek bedelin hüküm altına alınması gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de, harcı yatırılmayan değer üzerinden taraflar yararına yüksek ücreti vekalet takdiri isabetsizdir.” gereğine değinilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu davanın kısmen kabulü ile 596.471,21.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tapu kaydının mahkeme kararıyla iptal edilmesi sebebiyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından, 1954 yılında yapılan tapulama çalışmalarında 3 parselin 8450 m2 yüzölçümü ile dava dışı kişiler adına tespit edildiği, ... Gezici Kadastro Hakimliğinin 1956/28 E. - 1956/184 K. sayılı kararı ile taşınmazın 4308 m2’lik kısmının kumluk olması nedeniyle Hazine adına tesciline karar verildiği, kumluk vasfı ile Hazine adına tescil edilen 514 parselin 22.10.1958 tarihinde dava dışı şirkete satıldığı, şirketin 514 parseli ifraz ettiği ve davaya konu 599 parselin 598,00 m2 yüzölçümü ile şirket adına tescil edildiği, 599 parselin satış işlemi ile 12.01.1971 tarihinde davacı adına tescil edildiği, yenileme kadastrosu sonucu 1989 yılında 293 ada 30 parsel numarasını alan ve 626,00 m2 olan taşınmazın arsa ve ev vasfı ile davacı adına tescil edildiği, Hazine tarafından açılan ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/69 E. - 2007/215 K. sayılı dosyası ile taşınmazın kumluk vasfında olması nedeniyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve kararın temyiz incelemesinden geçerek 12.11.2008 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 25.03.2009 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır.
Mahkemece bozmaya uyulmuşsa da bozma gerekleri yerine getirilmeden eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporları esas alınarak hüküm kurulmuştur.
Şöyle ki, dava dilekçesinde dava değeri 600.000.-TL gösterilmiş ancak maktu harç yatırılmış, bu husus yukarıda anlatıldığı üzere bozma konusu yapılmıştır. Dava dilekçesindeki dava değeri 600.000.-TL gösterildiğinden eksik harcın bu değer üzerinden tamamlatılması gerekmektedir. Buna rağmen, davacı tarafça bozmadan sonra düzenlenen ilk raporda tespit edilen 439.604,5.-TL üzerinden harç yatırılmış, mahkemece de bununla yetinilmiş ve sonuç olarak da 596.471,21.-TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Bu durumda, eksik yatırılan harcın tamamlandığından bahsedilemez. Davacının dava dilekçesinde faiz talebinde bulunmamasına rağmen, mahkemece, bozmadan önce faize hükmedilmiş olması ve faizin bozma konusu yapılmaması nedeniyle usuli kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle dava tarihinden faize karar verilmiştir. Asıl alacağın ferisi konumundaki faize ilişkin hüküm, asıl hükmün bozulması ile bozulacağından bu konuda usuli kazanılmış hak oluştuğuna ilişkin mahkeme kabulü yerinde değildir. Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan muhdesat niteliğindeki ağaçlarla ilgili dosya kapsamında bulunan 4 farklı bilirkişi raporunda ağaçların yaşı ve çeşidi konusunda 3 farklı tespit bulunmaktadır. Değerlendirme tarihinden sonra yapılan iyileştirmelerin tazminatın hesaplanmasında dikkate alınmaması gerektiğinden ağaçların yaşının tespiti önemlidir. Yine mahkemece, dava konusu taşınmazın belediye sınırları içerinde olup olmadığı, imar planı kapsamında kalıp kalmadığı, belediye hizmetlerinden yararlanıp yararlanmadığı, etrafının meskun mahal olup olmadığı gibi taşınmazın arsa ya da arazi olup olmadığını belirlemeye yönelik hususlar araştırılmamış, emsal alınan iki taşınmazın birinin satışının değerlendirme tarihinden sonra, diğerinin satışının değerlendirme tarihinden çok önce olmasına rağmen başka emsal araştırılmamış, emsalle ilgili satış akit tablosu getirtilmemiş, çekişmeli taşınmazın ve emsal taşınmazın arsa metrekare rayiç bedeli takdir komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m2 değerleri araştırılmamıştır.
Bu durumda davaya konu taşınmazların niteliğinin ve değerinin yönetimine uygun şekilde tespit edildiği söylenemez.
Zararın meydana geldiği tarihe göre tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Değerlendirme tarihi itibariyle taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Bakanlar Kurulunun Yargıtay tarafından benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, belediye veya mücavir alan sınırları içinde kalan taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı imar planı ile iskan sahası olarak ayrılmış olması esastır. Aynı karar uyarınca imar planında yer almayan bir taşınmazın, arsa sayılabilmesi için değerlendirme tarihi itibariyle, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (Belediyece meskun olduğu için veya meskun hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vs.) yararlanması ve meskun yerler arasında yer alması gerekir.
Taşınmaz değerlendirme tarihi itibariyle belediye nazım imar planı içinde ise, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17.04.1998 gün ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca, bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumu, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanakları, belediye merkezine uzaklığı, kullanım biçimi itibariyle iskan amacına yönelik yapılaşma olasılıkları da değerlendirilmek üzere araştırılmalıdır.
Bu hususlar belediye başkanlığından ve su ve elektrik idarelerinden ve diğer ilgili merciilerden sorulup alınacak cevap yazılarına göre taşınmazın değerlendirme tarihinde (tapu iptali ve tescil davalarının kesinleştiği tarihte) arsa niteliğinde olup olmadığı saptanmalıdır.
Mahkemece tapusu iptal edilen taşınmazın arsa olarak belirlenmesi halinde, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan DOP düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek, üzerinde bina var ise, Bayındırlık Bakanlığı resmi birim fiyatları esas alınarak yıpranma payı düşülmek suretiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporununda denetlenmesi, dava konusu taşınmazın ve emsal alınan taşınmaz/taşınmazların değerlendirme tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar parseli, dava konusu taşınmazın ise imar uygulaması yapılmamış arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmesi, tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği arazi olarak belirlenir ise, arazi niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, sulu olup olmadığı, yerleşim alanlarına uzaklığı iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumu gözetilerek oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmek suretiyle, taşınmaz üzerinde meyve ağaçları varsa ağaçların cinsleri de dikkate alınmak suretiyle elde edilen verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak tapu kapsamındaki taşınmazların değeri, tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihe göre hesaplanmalı, taşınmazın varsa mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek değerleme tarihine göre tespit ettirilmeli, bu şekilde tapusu iptal edilen taşınmazların zemin değeri, üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatları esas alınarak, tapu sahiplerinin oluşan gerçek zararlarının saptanması gerekmektedir .
Somut olaya gelince kıyılar özel mülkiyete konu olamayacak ise de taşınmazın hazine adına hükmen tesciline karar verilmesinden sonra satış yoluyla davacıya geçtiği, bu şekilde tapu sicili hatalı olarak tutulduğundan, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararlarının karşılanması gerektiği kuşkusuzdur. Davacının zararı, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/69 E. - 2007/215 K. sayılı kararının kesinleştiği 12/11/2008 tarihinde oluşmuş olup, mahkemece bu tarihin değerlendirme tarihi olarak esas alınması gerekmektedir.
Hal böyle olunca, mahkemece dava dilekçesindeki değer olan 600.000.-TL üzerinden -davacı tarafça yatırılan harçlar da dikkate alınarak- eksik harç tamamlatılmalı, çekişmeli taşınmazın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte yukarıda açıklanan Bakanlar Kurulu kararı ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararı çerçevesinde arsa vasfında olup olmadığı yeniden araştırılmalı, taşınmazın bu ilkelere göre arsa niteliğinde olduğunun belirlenmesi halinde emsal incelemesi ve kıyaslaması yöntemiyle, arazi niteliğinde olduğunun saptanması halinde ise tarımsal gelir metoduna göre tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihteki gerçek değeri tespit edilmeli, taşınmaz üzerindeki ağaçların yaşı ve çeşidi tereddüde yer vermeyecek şekilde tespit edilmeli, davacının dava dilekçesinde faiz talebinde bulunmadığı da dikkate alınarak ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 05/03/2020 günü oy birliğiyle karar verildi.

Kilitli
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“2020 Yılı Kararları” sayfasına dön