1. Hukuk Dairesi 2016/1993 E. , 2018/15445 K.


Kilitli
Kullanıcı avatarı
İctihat
Mesajlar: 681327
Kayıt: 30 Mar 2021, 02:46

1. Hukuk Dairesi 2016/1993 E. , 2018/15445 K.

'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAZMİNAT


Taraflar arasında görülen tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tazminat isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan anneleri ...'ın 495 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 1639 parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye devredildiğini ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazminine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi gereğince hak düşürücü süre yönünden davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece “...Somut olaya gelince, davacılar, dava dışı kişiye satılan 1639 parsel sayılı taşınmazın geldisinin mirasbırakanları ...’ye ait iken mirasçıdan mal kaçırmak amacı ile davalı oğluna muvazaalı olarak temlik edildiğinden bahisle tazminat isteğinde bulundukları, tazminata konu taşınmazın geldisinin kadastro tespitinin 30.11.1982 tarihinde kesinleştiği, mirasbırakanın ise 29.11.1998 tarihinde öldüğü görülmüştür. Bu durumda miras bırakanın kadastro tespitinden sonra öldüğü, davacıların dava açma haklarının da kadastro tespitinden sonra doğduğu gözetilerek davacıların kadastro öncesi bir nedene dayanmadıkları bu sebeple de olayda Kadastro Kanunun 12/3 maddesinin uygulama yerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, işin esasına girilerek inceleme ve araştırma yapılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve olayda uygulama yeri olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir...” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden mirasbırakan ...’ın 29.11.1998 tarihinde ölümü ile geriye çocukları davacılar ... ve ..., davalı ... ile dava dışı ... ve ...’nin mirasçı olarak kaldığı, dava konusu eski 495 parsel sayılı 10.734m2 miktarlı zeytin ağaçlı tarla nitelikli taşınmazın 03.12.1978 tarihli tapulama tespitinin Eylül 329 tarih 4 sıra 114 cilt 93 sayfa numaralı tapu kaydına istinaden 496 parselle birlikte tek parça iken ... oğlu ... ve ...adına olduğu, ... oğlu ...’ın ölümü ile eşi ... evlatları ..., ... ve ...’a kaldığı, yapılan rızai taksimde taşınmazın iki parçaya bölündüğü ve 495 parsel sayılı taşınmazın ... mirasçılarına isabet ettiği, mirasçıların taşınmazı ... ve kardeşi ...’nın oğlu ... ...’e 1952 yılında kayıtsız şartsız hibe ettiklerinden adlarına ½ payla tespit gördüğü, ... ve...in yapılan tespite itiraz ettiği, ...’ın 12.09.1979 tarihli itiraz dilekçesinde 495 parsel sayılı taşınmazdaki payını 15 yıl önce oğlu ...’a satış suretiyle devrettiğini, hiçbir alakası kalmadığını, ... adına tespit yapılmasını istediğini bildirdiği, 29.12.1981 tarihli tahkikat tutanağında da ...’nin ½ payını 15 sene önce oğlu ...’a hibe ettiğini belirttiği, komisyonun 12.03.1982 tarihli kararına göre ...’nin payını ...’a sattığından bahisle taşınmazın 8/16 payı ..., 2/16 payı..., 3/16 payı ... ..., 3/16 payı ... adına 30.11.1982 tarihinde tescil edildiği, taşınmazın kaydının 04.02.1987 tarihli ifraz işlemi ile kapandığı, yeni 1639 parsel 5.367m2 miktarlı zeytin ağaçlı tarla olarak 8/16 payı ..., 2/16 payı..., 3/16 payı ... ..., 3/16 payı ... adına kayıtlı iken 04.02.1987 tarihli taksim işlemi ile tamamının ... adına tescil edildiği, ...’ın 14.07.2008 tarihli satış akdi ile taşınmazı 30.000TL bedelle ... ... ...’a devrettiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür.
01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İBK'da değinildiği gibi, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında ... memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Türk Borçlar Kanunu'nun 19.(BK 18.) maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edilmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 10.06.2015 tarih 2014/1-52 Esas, 2015/1524Karar ilamında da belirtildiği üzere, tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması Medeni Kanu'nun 706, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 237 (BK 213) ve Tapu Kanunu'nun 26.maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası'nın 32/B maddesinde gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle Medeni Kanunun 706. ve Türk Borçlar Kanunun 237. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikte hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazları sattığı beyanı ile zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adı tespite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.
Oysa somut olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalıya devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapulama teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.
Davalının bu yöne değinen temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.








Kilitli
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“2018 Yılı Kararları” sayfasına dön