1. Hukuk Dairesi 2018/4409 E. , 2018/14490 K.
'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü
-KARAR-
Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu 1397 parsel sayılı taşınmazda bulunan 4 nolu bağımsız bölümün nakit sıkıntılarını gidermek için davalı tarafından kredi çekilmesini sağlamak amacıyla davalıya devrettiğini, çekilen krediden ihtiyacı olan 9.000,00TL üzerindeki miktarı masrafları düşerek davalıya verdiğini, davalının kredileri ödemediğini ve taşınmazı devretmediğini ileri sürerek davalı adına olan kaydın iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, yazılı delille ispatın gerektiğini, temliğin gerçek satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taraflar arasında inançlı temlik yapıldığı, ancak davalının taşınmazı iade etmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden davacının kayden maliki olduğu 1397 parsel sayılı taşınmazda bulunun 4 nolu bağımsız bölümü 19.01.2006 tarihli satış akdi ile davalıya devrettiği, taşınmazda davalı aleyhine İş Bankası lehine 30.000TL bedelli 19.01.2006 tarihli ipotek olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzereinanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya davacılar tarafından ileri sürülen iddiaların 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge düzenlenmediği görülmekte ise de, davalı ...’nın 03.02.2006 tarihinde İş Bankasından 15.000TL kredi kullandığı, aynı gün davalının davacıya “konut bedeli” açıklaması ile 13.500TL havale ettiği, davacının ise yine aynı gün davalıya açıklama bulunmaksızın 8.500TL gönderdiği, bilahare dava dilekçesine ekli makbuzlardan davacının davalı hesabına belirli aralıklarla “kredi taksidi ödemesi” belirtmesi ile 247-250TL gönderdiği, kredi ödemelerinin ise 03.03.2006 tarihinden itibaren 247,10TL taksitler halinde bir kısmının davalı ... hesabından bir kısmının ise ..., ... ve ... şubelerinden kasadan kimin tarafından ödendiği bilinmediği, taraflar arasında çeşitli iş ilişkileri münasebeti ile para alışverişlerinin olduğu dosya kapsamı ile sabittir.
Gerçekten de, taraflar arasındaki ilişki ve çekişmenin çözüme kavuşturulması bakımından yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile ispatı gerekmekte ve fakat böylesine bir belgenin bulunmadığı anlaşılmakta ise de davalının bankadaki hesabına yatırılan paralara ilişkin dekontların bu ilişki ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 202. maddesi gereğince delil başlangıcı teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde gözardı edilemeyeceği, dinlenen tanık beyanlarından taşınmazın teminat amacıyla davalıya devredildiği tartışmasızdır.
Hâl böyle olunca taşınmazın devri neticesinde davacıya ödenen miktarın saptanması, yine davacı tarafından ödendiği anlaşılan banka dekontlarının ilgili bankadan celp edilerek bedelin ödenip ödenmediğinin tespiti, tamamının ödenmemiş olması halinde Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi (6098 Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) hükmü uyarınca, kendi edimini yerine getirmeyenin, karşı edimin ifasını isteyemeyeceği gözetilerek kalan kısmın ödenmesine ilişkin davacıya önel verilerek bedelin mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davalı vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
1. Hukuk Dairesi 2018/4409 E. , 2018/14490 K.
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntüleme
- Son mesaj
-
- 0 Cevaplar
- 26 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 20 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 21 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 17 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 20 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 17 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen İctihat
-
- 0 Cevaplar
- 13 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 15 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 14 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 18 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat