BEDEL KARŞILIĞI ARSA TAHSİS SÖZLEŞMESİ, BELEDİYENİN İMAR DEĞİŞİKLİĞİ YAPMASI


Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri, Tapu İptali ve Tescili davası, Tapu Sicili, Kadastro, Gayrimenkul Satışı, Satış Vaadi Sözleşmesi, İpotek, Taşınmaz Üzerindeki Hak ve Kısıtlamalar, Muvazaa, Taşınmaz Mülkiyeti, Sükna, İntifa Hakkı, Şufa Hakkı, Ecri Misil davaları, Borçlar Kanunu'nun Kiralar ile ilgili Hükümleri, Tahliye davaları, Kira Sözleşmeleri, Tahliye
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hepsihukuk
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 2280
Kayıt: 28 Mar 2021, 13:29
İletişim:

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2014/8
KARAR: 2015/10

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziantep 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 17.10.2012 gün ve 2010/664 Esas, 2012/754 Karar sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 14.03.2013 gün ve 2013/2026 Esas, 2013/4353 Karar sayılı ilamı ile;

(...Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin, dar gelirli aileleri konut edindirme projesinden yararlanmak için davalı belediyeye yaptığı başvurunun kabul edildiğini ve yapılan noter çekilişi ile 150 m² yüzölçümlü arsa tahsisinin yapıldığını, ancak satış bedelinin müvekkilince taksitler halinde ödenmesine rağmen, davalı belediyenin arsa tahsislerini iptal ettiğini, akabinde ise bölgenin imar planının değiştirildiğini, bu nedenlerle arsanın devrinin talep edilmesinin imkânsız hale geldiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, müvekkiline tahsis edilmiş olan 150 m²'lik arsanın dava tarihindeki rayiç değerinden şimdilik 8.000 TL'nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili belediyenin, dava dışı kişilere yapılmış olan arsa tahsisleri nedeniyle açılan davalar sonucunda verilmiş olan emsal kararlar ve bu kararlara esas alınan bilirkişi raporları doğrultusunda ödeme yapılabileceğini davacıya yazılı olarak bildirdiğini, ancak bu bildirimlere rağmen başvuruda bulunmayan davacının kötüniyetli olarak dava açma yoluna gittiğini savunarak; davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; davacıya tahsis edilmiş olan arsa için ödenen 1.656,92 TL'nin ifanın imkansız hale geldiği 12.09.2005 tarihine kadar ki çeşitli ekonomik etkenlerin ortalaması esas alınmak suretiyle ulaştığı alım gücünü belirleyen bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı tarafın temyiz itirazları yerinde değildir.

Davalı belediyenin, arsa vasfındaki taşınmazını, konutu olmayan ihtiyaç sahibi kimselere 775 sayılı yasa hükümleri çerçevesinde tahsis etmek amacıyla 17.03.2003 gün ve 1095 ile 1096 sayılı, 27.01.2004 gün ve 106 sayılı, 12.03.2004 gün ve 335 sayılı Encümen kararlarını aldığı, bu nedenle davalı belediyeye başvuran davacıya 150 m² yüzölçümlü arsanın tahsis edilerek sözleşme imzalandığı, akabinde davacının satış bedelini taksitler halinde davalı belediyeye ödemeye başladığı, davalı belediye meclisinin aldığı kararla arsanın tahsis işlemlerinin iptaline karar verdiği, dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Yanlar arasındaki uyuşmazlığın, davalı Belediyenin maliki bulunduğu taşınmazı 775 sayılı Gecekondu Kanununun 25 ve 26.maddeleri uyarınca davacıya satmasına ilişkin sözleşmeden kaynaklandığı sabit olup; taraflar arasında yapılan bu sözleşme geçerlidir. Geçerli sözleşmenin ifa edilmemesi nedeniyle davacı, satış bedelini ödediğini ispat etmek koşuluyla taşınmazın ifasının imkânsız hale geldiği tarihteki rayiç değerini isteyebilir. Ne var ki mahkemece; ifanın her iki taraf içinde imkânsız hale geldiği (tahsisin iptali konusundaki encümen kararının davacıya tebliğ edildiği) tarih ve dolayısıyla bu tarihteki rayiç değer konusunda bir araştırma yapılmadan, eksik inceleme ile hüküm tesis edilmiştir..

Davacı tahsis edilen arsanın satış bedelini (taksitler halinde) davalı Belediyeye ödediğini ileri sürmüştür. Mahkemece, bu hususta dosyaya sunulan belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, davacı tarafın satış bedelinin tamamını ödediğinin belirlenmesi halinde rayiç bedele, aksi halde ise ödenilen satış bedelinin rayiç bedele oranlaması yapılarak bulunacak bedele hükmedilmesi gerekmektedir.

Buna göre mahkemece; öncelikle ifanın imkânsız hale geldiği tarih ile davacının edimini (kararlaştırılan satış bedelini) tam olarak ifa edip etmediğinin belirlenmeli, sonrasında ise taraflara, tahsis edilen taşınmaza yakın bölgelerden ve ifanın imkânsız hale geldiği tarihe yakın zaman içinde yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için imkân tanınmalı, gerektiğinde resen emsal celbi yoluna gidilerek, bu emsallere göre tahsis edilen taşınmaza değer biçilmesi için bilirkişi kurulu eşliğinde keşif yapılmak suretiyle denetime imkân veren bilimsel verileri içeren rapor alınmalı ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, alacak istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; belediyenin maliki bulunduğu taşınmazı 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 25 ve 26. maddeleri uyarınca davacıya tahsisine ilişkin sözleşmenin geçerli olup olmadığı, varılacak sonuca göre davacının talep ettiği alacağın taşınmazın ifasının imkânsız hale geldiği tarihteki rayiç değeri mi, yoksa belirtilen tarihte denkleştirici adalet ilkesi uyarınca belirlenecek değerinin mi olduğu noktasında toplanmaktadır.

Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, öncelikle sözleşmenin düzenlenmesinde şekil kuralı üzerinde durulması gerekmektedir.

Hemen belirtilmelidir ki, hukukumuzda egemen olan ilke, şekil serbestîsidir. Buna göre, kural olarak, kanunda tersine bir açıklık olmadıkça sözleşmeler herhangi bir şekil şartına tabi değildir (818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 11/1; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 12/1). Bununla birlikte, bazı sözleşmelerin geçerli olabilmeleri yasaca belirli bir şekle uygun olarak yapılmaları koşuluna bağlanmıştır. Taraflar da, kanunun herhangi bir şekil koşuluna tabi tutmadığı bir sözleşmenin geçerliliğini, belli bir şekilde yapılmasını hükme bağlayabilirler. İlkinde yasal şekil, ikincisinde ise “taraflarca kararlaştırılan şekil” (BK. m. 16; TBK. m. 17) söz konusudur.
Diğer taraftan şekil zorunluluğunun öngörüldüğü sözleşmelerde; kanunun öngördüğü şeklin bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlendiğini, buna uyulmadan yapılan sözleşmelere “geçersizlik” müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukuki mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de “geçersizlik” müeyyidesine bağlanan şekil eksikliğinin hâkim tarafından, taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında re'sen gözönüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır.

Bu kapsamda, şekil zorunluluğunun öngörüldüğü sözleşmelerden olan; tapulu taşınmazlarda mülkiyetin devrini öngören her türlü sözleşmelerin resmi şekilde yapılması zorunludur. Bu bir geçerlilik koşuludur. (Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 706; BK. m. 213; TBK. m. 217; Noterlik Kanunu m. 60/3; Tapu Kanunu m. 26).

Ancak taraflar, öyle durumlarla karşılaşabilir ki, o hal ve durum içinde asıl sözleşmenin yapılması mümkün olmayabilir. Bu durum fiili bazı nedenlerden kaynaklanmış olabileceği gibi, hukuki bazı nedenlerden de kaynaklanmış olabilir. Bu duruma, sözleşmenin yapılması düşünüldüğü anda sözleşme konusunda geçici imkânsızlık olması hali veya miras bırakandan intikalen yapılacak bir taşınmaz satışının, intikalin henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle yapılamaması örnek olarak gösterilebilir (Feyzi Necmeddin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, İstanbul 1976, s. 278 vd.).

Bu kapsamda, 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 25 ve 26. maddelerinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sözkonusu Kanun’un 25. maddesine göre;

“7 nci madde gereğince tesbit olunan önleme bölgelerindeki arsalar, öncelikle gecekonduların ıslahı ve tasfiyesi sebepleriyle açıkta kalacaklara ve diğer konutsuz vatandaşlara verilir.

Bu arsalardan, ıslah ve tasfiye bölgelerinde bulunan diğer yapı sahiplerinden yapısının tasfiyesini isteyenler de faydalanabilirler.
Her ne sebeple olursa olsun, bu kanun hükümlerince arsa tahsis edilecek kimselerin, yoksul veya dar gelirli olması, kendisinin veya eşinin veya ergin olmayan çocuğunun herhangi bir belediye sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya her hangi bir yerde bir ev veya apartmanın ayrı bir dairesine karşılık olan payına sahip bulunmaması şarttır.

Kimlerin yoksul ve dar gelirli sayılacağı, kendisine arsa tahsis edileceklerin öncelik sırası ve yukarda sözü geçen diğer hususların esasları yönetmelikte belirtilir.”

hükmünü içermektedir.

Aynı Kanun’un 26. maddesi

“25 inci maddede sözü geçen arsalar yönetmelikte belirtilen şekil ve esaslar dahilinde ve tespit olunacak bedellerle kendilerine arsa verilmesi gerekenlere dağıtılır.

Arsa ve binaların halihazır durumları ile şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına tahsis veya satışları valiliklerince tespit ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca onaylanan emsal bedel üzerinden yapılır.

Binalar ve konutlar, valiliklerin teklifi üzerine, bu bedelin yüzde yirmibeşi (% 25) peşin olarak yatırılmak ve vade farkı alınmak kaydıyla taksitle de satılabilir.

Şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına, arsaların ve binaların satış veya tahsisine dair esaslar Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.”

şeklindedir.

Sözkonusu hükümlerin uygulanması amacıyla Gecekondu Kanunu Uygulama Yönetmeliği kabul edilmiş ve Yönetmeliğin 15. maddesinde tahsis işlemlerinin nasıl yapılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Anılan madde uyarınca;

“Madde 15- (12.08.1984-18487) Kendilerine gecekondu ıslah ve önleme bölgelerinde arsa tahsis edilenlerden 6 aylık süre içinde arsa bedelinin 1/10‘unu Bankadaki belediye fon hesabına yatırdığına dair banka makbuzu ibraz edenlere belediyelerce arsa tahsis belgesi verilir.

Tahsis sahipleri bu belgeleri alır almaz derhal Bankaya başvurarak bakiye arsa bedelini borçlanmak üzere Bankanın tanzim edeceği sözleşmeyi imzalar. Tapu daireleri; lehine arsa tahsis edilen şahıs ve Banka tarafından ibraz edilen sözleşme ve tahsis belgesine istinaden belge ve sözleşmede ada ve parsel numaraları belirtilmiş olan arsayı lehdar adına tescil ve aynı anda mezkûr arsa üzerine sözleşmedeki meblağ ve şartlar dairesinde birinci derece ve sırada olmak üzere Banka lehine ipotek tescilini yaparak tapu senedini ilgili şahsa ve ipotek belgesini de Bankaya verir. Arsa sahipleri konut inşa kredisi almayacak ise, tapu senedinin tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde konutunu yapmağa başlamaları ve önceden tesbit edilen plana göre nüve kısmını en geç 2 yıl içinde bitirmeleri şarttır. Bu şartlara uymayanlardan tahsis edilen arsalar, hiç bir hüküm alınmasına lüzum kalmaksızın arsa bedeline mahsuben tahsil olunan meblağ kendisine iade olunarak geri alınır. Kendilerine arsa tahsis edilen ve bedelinin 1/10‘unu tediye eden şahıslar bakiye borçlarını yıllık veya aylık eşit taksitler halinde olmak üzere 9 yılda tediye eder. İlk taksit sözleşmenin imzası tarihinden itibaren bir yıl sonra başlar.

Kamu Kurum veya Kuruluşlarınca bedelin tamamının yatırılıp arsanın teslimini müteakiben:

a) (Değişik: 02/09/1999-23804) İlgili Kurum veya Kuruluşa tahsis edilmek veya tapu ile devredilmek üzere Maliye (Değişik ibare: RG-12/11/2008-27052) Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredilir.

b) (Değişik 02/09/1999-23804) Belediye mülkiyetinde bulunan arsalardan verilmesi halinde, belediye encümen kararı alınıp (Değişik ibare: RG-12/11/2008-27052) Toplu Konut İdaresi Başkanlığı onayından geçirildikten sonra Tapu Sicil Müdürlüğüne gerekli işlem yapılmak üzere bildirilir. “

Görüldüğü üzere, yukarıda ayrıntısıyla belirtilen düzenlemelerde ‘arsa tahsis sözleşmesi’nin geçerliliği için şekil şartı öngörülmediği açıktır.

Diğer taraftan satış sözleşmesi mülkiyetin devrini amaçlayan bir sözleşmedir. Bununla alıcı bir bedel karşılığında taşınmazın mülkiyetini kazanmakta, satıcı da mülkiyeti devir ve zilyetliği teslim borcu altına girmektedir. İnceleme konumuz olan olayda davalı Belediye yapılan satış sözleşmesi ile davacıya arsanın mülkiyetini devir etmemekte, arsayı davacı adına tahsis etmekte, yani davacıya ayırmaktadır. Bu sözleşme ile ne davalı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kaybetmekte, ne de davacı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kazanmaktadır.

Ayrıca somut olayda taşınmaz satış vaadi de söz konusu değildir. Çünkü, taşınmaz satış vaadi tapu kaydına şerh edilebilir. İnceleme konumuz olan olayda “koşulları ve sonuçları 775 sayılı Gecekondu Kanunu ile belirlenmiş olan kendisine özgü niteliği olan bedel karşılığında arsa tahsis sözleşmesi” söz konusudur. Bu sözleşme ile davalı taraf arsayı davacı adına ayırmış, satış bedelinin dörtte birinin peşin, kalanının taksitler halinde ödenmesinden sonra tapu kaydının alıcıya devri kararlaştırılmıştır. Böylece taraflar arasında “bedel karşılığında arsa tahsis sözleşmesi” adı altında 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nda düzenlenmiş olan bir sözleşme ilişkisi kurulmuştur. Bu nedenle burada bir taşınmaz satış vaadi ya da taşınmaz satış sözleşmesi söz konusu değildir. Davacının 775 sayılı Kanun’un 26. maddesinde öngörülen bedel ödeme borcunu yerine getirmesinden sonra, söz konusu taşınmazın mülkiyetinin davacıya nasıl intikal edeceği hususu da özel olarak hükme bağlanmıştır.

Geçerli şekilde kurulmuş bir sözleşmede, tarafların sözleşmeye uygun hareket etmeleri, edimlerini sözleşmeye uygun olarak yerine getirmeleri, edimin ifasını imkansız hale getiren her türlü davranıştan kaçınmaları zorunludur. TBK. m. 112 (BK. m. 96) hükmüne göre; “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.”

Borçlunun edimin ifasını kusuruyla imkansız hale getirmesi TBK. m. 112 anlamında borca aykırı bir davranıştır. Borçlu bu durumda alacaklının uğradığı tüm zararlarını tazmin etmekle yükümlüdür (Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Bası, Ankara 2012, s. 636- 643).

Bu aşamada, müspet ve menfi zarar kavramlarına ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki fark müspet zarardır. Diğer bir anlatımla müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır. Kuşkusuz kâr mahrumiyetini de içine alır (Hâluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 426- 427). Örneğin, davacı davalının sözleşme gereği kabul ettiği fiyattan malı alamayınca başkasından ve daha fazla fiyatla almak zorunda kalması halinde bu iki fiyat arasındaki fark onun müspet zararıdır. Davacının mamelekinde, sözleşme yerine getirilseydi bulunacağı duruma göre bir azalma olmuştur. İşte müspet zarar bu iki bedel arasındaki farktan ibarettir.

Müspet zarar, alacaklının ifadan vazgeçerek zararının tazminini istemesi halinde söz konusu olur. Sözleşme ortadan kalkmamaktadır, yalnız alacaklının ifaya ilişkin talep hakkının yerini müspet zararının tazminine dair talep hakkı olmaktadır. Burada sözleşmenin feshedilmemesinden değil, borcunun ifa edilmemesinden doğan zararın söz konusu olduğu gözardı edilmemelidir.

Menfi zarar ise; uyulacağı ve yerine getirileceğine inanılan bir sözleşmenin hüküm ifade etmemesi ve yerine getirilmemesi yüzünden güvenin boşa çıkması dolayısıyla uğranılan zarardır. Başka bir anlatımla, sözleşme yapılmasaydı uğranılmayacak olan zarardır. Menfi zarar borçlunun sözleşmeye aykırı hareket etmesi yüzünden sözleşmenin hüküm ifade etmemesi dolayısıyla ortaya çıkar (Hâluk Tandoğan, age., s. 427). Bu husus BK’nun 108. maddesindeki düzenlemeden kaynaklanmıştır. Burada alacaklı sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan zararının tazmini söz konusudur. Çünkü sözleşme fesih edilerek hükümsüz olduktan sonra tekrar sözleşmeye dayanarak borcun ifa edilmemesinden doğan zarardan söz edilemez; istenilecek zarar menfi zarardır.

Diğer bir söyleyişle, genel olarak menfi zarar, sözleşmenin kurulmamasından veya geçerli olmamasından; müspet zarar ise, ifa edilmemesinden doğan zararı ifade eder (Fikret Eren, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 12. Baskı, İstanbul 2010, s. 482).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda olduğu gibi başlangıçta geçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hale gelen sözleşmede zararı “Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir.” şeklinde belirlemiştir. Burada benimsenen ilkeye göre; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka deyişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 esas, 2010/427 karar; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618-668 esas, karar ve 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 esas, 2003/125 karar sayılı ilamları).

Ayrıca, davacının ödediği satış bedelinin Yerel Mahkemece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak) bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır.

Bu genel açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı belediye arasında ‘bedel karşılığı arsa tahsis sözleşmesi’nin yapıldığı ve davacı tarafın edimini yerine getirdiği, sözkonusu sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra davalı belediye tarafından taşınmazın bulunduğu alanda imar değişikliği yapılarak sözleşmenin ifasını kendi kusurlu eylemi ile imkansız hale getirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda sözleşmenin ifasının imkansız hale geldiği tarihteki davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi gerekmektedir.

Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler tarafından 775 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliğinin 15. maddesine göre, arsa tahsis işleminin belediye encümeni tarafından yapılmasının ardından toplu konut idaresinin onamasından sonra geçerlilik kazanacağı, somut olayda bu işlem yapılmadığından geçerli bir arsa tahsisi sözkonusu olmadığından yerel mahkeme direnme kararının yerinde olduğunu belirtmiş iseler de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 14.01.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davalı belediye tarafından davalıya 775 sayılı yasanın 25 ve 26. maddeleri uyarınca arsa tahsisi yapılmış, bedeli davacı tarafından davalı belediyeye ödenmesine rağmen davalı tarafça arsanın tapusu davacıya verilmemiştir.

11 Eylül 2004 tarih ve 25580 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Altyapılı Arsa Üretme ve Bu Arsaların Tahsis Yoluyla Satışına dair Yönetmeliğin tanımlar başlıklı 4.maddesinde;

Arsa: imar planları ile parsel olçeğinde yapılanma şartları belirlenmiş alan,

Tahsis: Mülkiyeti idareye ait arsaların konut yapılması amacıyla bu Yönetmelikte açıklanan koşulların sağlanması kaydıyla devredilmesi,
Tahsis Bedeli: Mülkiyeti idareye ait arsaların, konut yapılması amacıyla bu Yönetmelikte açıklanan koşulların sağlanması kaydıyla devredilirken idarece uygun görülen satış bedeli, olarak tanımlanmıştır.

Tahsis işlemi aslında bir idare hukuku kavramı olmakla birlikte yönetmelikteki tanımdanda anlaşılacağı üzere arsa satışı manasında kullanılmaktadır.

Yine 775 sayılı Yasa Uygulama Yönetmeliğinin 15. maddesine göre tahsis işlemini yapacak organ belediye encümeni olup toplu konut idaresi başkanlığının onamasından geçtikten sonra tahsis işlemi geçerlilik kazanacaktır.

Bundan ayrı; 1580 Sayılı Belediye Kanunun 70 ve 83. maddelerine yorum getiren gerek Adli; gerekse idari Yargı kararlarında belediye taşınmazlarının satışına karar verme yetkisinin, belediye meclislerine ait olduğu ilkesi benimsenmiş ve yargısal uygulama istikrar kazanmış iken bu defa 28.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5272 Sayılı Yasa ile 1580 Sayılı Belediye Kanunu iptal edilmiş ve 5272 Sayılı Yasanın 18/e ve 34/g maddesi hükmü ile belediyeye ait taşınmazların satışı yine belediye meclisinin kararına bağlı kılınmış, meclisin kararı doğrultusunda belediye encümeninin tasarrufa yetkili olduğu benimsenmiştir. Aynı ilkeler sonradan yürürlüğe giren 5393 Sayılı Yasanın 18/e ve 34/g maddeleri ile korunmuştur.

Yukarıda açıklanan mevzuat ışığında somut olaya bakıldığında, Toplu konut idaresi başkanlığı tarafından onama işlemi yapılmadığı için tahsis işlemi geçerlilik kazanmadığı gibi Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin bozma ilamından da açıkça anlaşılacağı gibi belediye meclisi tarafından da encümen tahsis kararı iptal edilmiştir. Bu durumda geçerli bir tahsis yada satış işleminden söz etmek mümkün değildir. Mahkemenin kararı bu nedenle doğrudur. Onanması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.
İletiyi düzenle
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“Kira Hukuku” sayfasına dön