10. Hukuk Dairesi 2018/241 E. , 2019/10260 K.
'İçtihat Metni'
Mahkemesi : İzmir 14. İş Mahkemesi
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle; “davanın kabulüne, davacının davalı ... ait tescilsiz işyerinde 01/06/2011-22/03/2012 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücretle 292 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine, davacının 1469070 sicil nolu işyerinde 23/03/2012-30/08/2013 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücret ile 518 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine” dair verilen karara karşı, fer’i müdahil Kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince fer’i müdahil Kurum vekilinin istinaf isteminin HMK’nın 353/1-b-2. Maddesi uyarınca kabulüne, yeniden yapılan yargılama sonucu, İzmir 14. İş Mahkemesinden verilen 06.12.2016 tarih, 2015/198 Esas ve 2016/544 Karar sayılı hükmün kaldırılmasına, yerine davanın kabulüne karar verilmiştir.
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen kararın, fer’i müdahil Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili; müvekkilinin ilk olarak davalılardan Berrin Işık’ın yanında 01.06.2011 tarihinde çalışmaya başladığını, daha sonra, aynı unvanlı diğer davalı şirketin kurulduğunu ve müvekkilinin işine son verildiği tarih olan 30.08.2013 tarihine kadar aralıksız olarak davalılara ait işyerinde makineci olarak 2011 yılında 1.000,00 TL net, 2012 yılında 1.100,00 TL net, 2013 yılında 1.200,00 TL net ücretle
çalıştığını, bazı prim günlerinin iptal edildiğini öğrendiğini, bahsi geçen durumu öğrenir öğrenmez SGK’ya başvurduğunu ve almış olduğu hizmet dökümünde, kendisinin çalıştığı davalılara ait işyerinden sigortalı gösterilmediğini ve davalılara ait işyerinde çalıştığı süre boyunca beş farklı işveren yanında sigortalı olarak gösterildiğini gördüğünü, müvekkilinin hali hazırda prim ödeme gün sayılarının iptali veya ileride emekli aylığının kesilmesi riski altında olduğunu iddia ile müvekkilinin, 01.06.2011 tarihinden 30.08.2013 tarihine kadar davalılara ait işyerinde aralıksız olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
II- CEVAP:
Fer’i müdahil Kurum vekili cevap dilekçesinde özetle; davada hak düşürücü sürenin söz konusu olduğunu, davacının iddiasını yazılı belgeler bağlamında somut ve inandırıcı delillerle kanıtlaması gerektiğini ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar ... ile Formasan Teks.Tem. İnş. Taah. Elek. Elktr. Tur. Mak. Bilg. İşl. Yaz. San. Tic. Ltd. Şti., dava dilekçesine cevap vermemişlerdir.
III- MAHKEME KARARI:
A- İLK DERECE MAHKEME KARARI
1-Davanın KABULÜNE,
Davacının davalı...'a ait tescilsiz işyerinde 01/06/2011-22/03/2012 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücretle 292 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine,
Davacının 1469070 sicil nolu işyerinde 23/03/2012-30/08/2013 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücret ile 518 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine, karar verilmiştir.
İSTİNAF:
Fer’i Müdahil Kurum vekili tarafından anılan karara yönelik istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
B- BAM KARARI
Fer'i Müdahil SGK Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne; İzmir 14. İş Mahkemesi'nden verilen 06.12.2016 tarih, 2015/198 Esas ve 2016/544 Karar sayılı kararının Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b.2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, davanın kabulüne,
-Davacının davalı...'a ait tescilsiz işyerinde 01.06.2011 - 22.03.2012 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücretle 292 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine,
-Davacının 1469070 sicil nolu işyerinde 23.03.2012 - 30.08.2013 tarihleri arasında hizmet akdine istinaden ve asgari ücret ile 518 gün çalıştığı, bu çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinin tespitine, karar verilmiştir.
TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Fer’i Müdahil Kurum vekilince, Kurumun davada taraf sıfatının olmadığı, davacının iddia edilen dönemlerde herhangi bir çalışma kaydına rastlanılmadığı, davanın hak düşürücü süreye uğradığını, davanın tanık beyanlarıyla dahil ispatlanamadığı belirtilerek kararın bozulması talep edilmiştir.
IV- İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26. maddesi uyarınca; 'Hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Aynı Kanunun 294-301 maddelerinde ise mahkeme kararlarının nasıl olması gerektiği belirlenmiştir. Bu düzenlemelere göre Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Yine aynı Kanunun 297. maddesinin (2). fıkrasında “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”, hükümleri öngörülmüş olup, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Davacının, ilk olarak davalılardan Berrin Işık’ın yanında 01.06.2011 tarihinde çalışmaya başladığını, daha sonra, aynı unvanlı diğer davalı şirketin kurulduğunu ve müvekkilinin işine son verildiği tarih olan 30.08.2013 tarihine kadar aralıksız olarak davalılara ait işyerinde makineci olarak 2011 yılında 1.000,00 TL net, 2012 yılında 1.100,00 TL net, 2013 yılında 1.200,00 TL net ücretle çalıştığını iddia ile, davalılara ait işyerinde çalıştığı süre boyunca beş farklı işveren yanında sigortalı olarak gösterildiğini hali hazırda prim ödeme gün sayılarının iptali veya ileride emekli aylığının kesilmesi riski altında olduğunu beyanla, 01.06.2011 tarihinden 30.08.2013 tarihine kadar davalılara ait işyerinde aralıksız olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep ettiği davada; Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, ücret yönünden davacının talebi kabul edilmemekle birlikte, tam kabul şeklinde hüküm kurulması, hükmü kendi içinde çelişkili kılacağından, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi , usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, fer’i müdahil Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin, fer’i müdahil Kurum vekilinin istinaf başvurusunu kabulü ile yazılı biçimde tesis edilen kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/2 maddesi gereği BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Başkan ...'in muhalefetine karşı Üyeler ..., ..., ... ve ...'ün oylarıyla ve oyçokluğuyla 24.12.2019 gününde karar verildi.
KARŞI OY
Daire çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, mahkeme hükmünün kendi içinde çelişkili olup olmadığı ve bun nedenle usul bozması yapılıp yapılamayacağı noktasındadır.
Mahkeme kararı kanunda açıkça belirtilmiş unsurları ihtiva etmeli ve belli bir şekle uygun olarak yazılmalıdır. Kararda bulunması gereken hususlar HMK 297. maddede ayrıntılı olarak tek tek sayılarak gösterilmiştir. Bunun sebebi, kararın açık ve gerekçeli olması, infazı kabil olması ve hukuki dinlenilme hakkının yerine getirilmesidir. 298. maddeye göre de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacaktır.
Kararda yazılması gereken en önemli unsurlardan birisi de hüküm sonucudur. Zira hüküm sonucu, davacının somut talepleri hakkında infaz edilebilecek ve kesin hükme konu olabilecek şekilde kaleme alınmalıdır. Madde 297/2 “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”
10.4.1992 tarih, 1991/7 E, 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının konusu, kısa karar ile gerekçeli kararın aynı olması gerektiği hususundadır. Sonradan yazılan gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. İçtihadı birleştirme kararı, HMK m. 298/2 de, “gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” şeklinde kanun maddesi haline gelmiştir. Tefhim edilen kısa karardan farklı olarak gerekçeli karar yazılamaz ise de somut olayda bu içtihadı birleştirme kararının uygulanma yeri yoktur.
Usul bozması mutlaka usul kanununda bir hükme istinaden yapılmalıdır. Mahkemece kurulan hüküm HMK 294 vd. maddelere uygun olarak verildikten sonra gerekçenin çelişkiler içermesi veya hüküm fıkrasının kendi içinde çelişkili olması nedeniyle usul bozması kanunda öngörülmemiştir.
Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir (HMK 305/1).
Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder (HMK 303/2). Taraflarca talep edilen ancak mahkemece hükme bağlanmayan hususlar kesin hüküm oluşturmayacaktır.
Kısa karar ile gerekçeli karar aynı ancak mevcut hüküm ile bunun gerekçesi arasında çelişki bulunması, başka deyişle, hâkim tarafından temyiz olunan karara uygun gerekçe oluşturulmaması halinde izlenecek yol ne olmalıdır? Bu hususu ikiye ayırarak incelemek gerekir.
Birinci durum, temyiz olunan hüküm esas yönünden kanuna uygun olup da bu kararı yeterince açıklayan gerekçe oluşturulmaması veya hükümle gerekçenin birbiri ile çelişmesi halidir. Bu konu HMK m. 370/2 maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. “Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz.” Madde hükmüne göre mahkemece verilen karar doğru ancak gerekçede yanlışlıklar varsa Yargıtayca bu kararın gerekçesi düzeltilerek yani doğru gerekçe belirtilerek onanabilir. Kararın usulden bozulmasına gerek yoktur.
İkinci durum, temyiz olunan karar esas yönünden kanuna aykırı olduğu gibi buna oluşturulan gerekçe ile de arasında çelişki olması halidir. Bu durumda, madde 370/2 hükmünden, esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar hakkında düzelterek onama kararı verilemeyeceği, bozma kararı verilmesi gerektiği sonucu çıkmaktadır. Bu hüküm dışında kanunlarda meseleye ışık tutan başka hüküm olmadığı gibi yukarıda sözü edilen içtihadı birleştirme kararı ise bu hali kapsamamaktadır.
Temyiz olunan hüküm kanuna aykırı olduğu gibi buna uygun gerekçe oluşturulmamışsa, yani sonuç olarak Yargıtayca bozulması gereken hüküm ile de çelişen bir gerekçe oluşturulmuş ise bunların tamamı bozma kapsamı içinde değerlendirilecektir. Kanuna aykırı olarak verilen bir hükme, kanuna uygun bir gerekçe yazılamayacağı gibi bozma kararı hem hükmün hem de gerekçenin yanlışlığına ilişkin olabilir. Aksi halde yerel mahkeme kanuna aykırı hükmüne uygun bir gerekçe oluşturmaya zorlandıktan sonra bu sefer hükmün kanuna aykırı olması nedeniyle bozulması gerekecektir. Yani karar önce usulden bozulup sonra esas yönünden bozulacaktır.
Hükmün kendi içinde birbirine aykırı fıkralar içermesi hali üzerinde de durmak gerekir. Hüküm fıkraları birbiri ile çelişkili ise, örneğin davanın kabulü denildikten sonra kısmen kabul şeklinde kabul kararı verilmesi halindeki durum, HMK 305. madde kapsamında değerlendirilmelidir. Taraflardan her biri hükmün açıklanmasını ya da aykırılığın giderilmesini mahkemeden isteyebilir.
Somut olayımızda, davacı sigortalılık süresinin tespiti ve prime esas kazançlarının da tespitini talep etmiş, Bölge Adliye mahkemece davanın kabulüne denilerek sigortalılık süresinin kabulüne karar verilmiş ancak prime esas kazanç yönünden davacının ve işverenin istinaf talebi olmaması nedeniyle karar verilmemiştir. Prime esas kazanç yönünden hüküm kurulmaması HMK 303/2 maddesi uyarınca kesin hüküm teşkil etmeyeceği gibi kararı temyiz eden fer’i müdahil Kurum lehine de yargılama gideri oluşturulamayacaktır.
Usul mevzuatımızda, hükmün kendi içerisinde çelişkili olması durumunda sırf bu nedenle usul bozması yapılması gerektiği yönünde düzenleme olmadığı, davanın esasına girilerek hüküm yanlış ise esas yönünden bozma kararı verilebileceği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
10. Hukuk Dairesi 2018/241 E. , 2019/10260 K.
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntüleme
- Son mesaj
-
- 0 Cevaplar
- 27 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 24 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 20 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen İctihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 9 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 11 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 17 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 17 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 25 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen İctihat