10. Hukuk Dairesi 2016/9692 E. , 2019/1346 K.
'İçtihat Metni'
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Asıl ve birleşen davalar, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1) Davacı, asıl dava ile davacının yönetim kurulu üyeliğini yaptığı dava dışı S.S.....Konut Yapı Kooperatifinin kuruma olan 2006/9-2007/3 arası dönemlerine ait vadesinde ödenmemiş prim ve idari para cezası türündeki borçlarından dolayı ödeme emirlerinin talep etmiş, birleşen dava ile asıl davada davacıya tebliğ edilmiş olan ancak dava dışı kooperatif adına düzenlenen ödeme emrinin bu defa davacı adına düzenlenerek asıl dava devam ederken tebliği üzerine asıl davanın da konusunu oluşturan 2006/9-2007/3 arası dönemlerine ilişkin dava dışı kooperatifin prim borcundan dolayı 2009/10754 sayılı takip dosyasına ilişkin ödeme emrinin iptalini talep etmiştir. Mahkemece asıl dava hakkında dava konusu 2009/10755, 2009/10756, 2009/10757, 2009/10758, 2009/10759, 2009/10760, 2009/10761, 2009/10762, 2009/10763, 2009/10764, 2009/10765, 2009/10766, 2009/10767, 2009/10768 sayılı takip dosyalarına yönelik açılan davanın süre yönünden reddine, gecikme tazminatı uygulanmasına yer olmadığına; birleşen dava hakkında 2009/10754 sayılı takip dosyası yönünden açılan davanın reddine, takibe konu olan asıl alacağın %10 oranında gecikme tazminatının davacıdan alınarak davacı kuruma ödenmesine karar verilmiş ise de verilen kararın eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.
6183 sayılı Kanunun “Ödeme emri” başlıklı 55. maddesinin ilk fıkrasında; kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; “Ödeme emrine itiraz” başlığını taşıyan 58. maddesinin birinci fıkrasında; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itirazda bulunabileceği belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi; “menfi tespit” niteliğindeki ödeme emrine itiraz/ödeme emrinin iptali davasının yedi günlük hak düşürücü süre içerisinde açılması zorunlu olduğu gibi, kendisine ödeme emri gönderilen borçlunun itirazları da üç nedenle sınırlandırılmıştır. Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanunun 58.maddesine göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi (7) gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtiraz etmezse borç kesinleşmiş olur.
6183 sayılı Yasanın 55. maddesi kapsamında davacı adına düzenlenmiş ve anılan Yasanın 58. maddesi uyarınca tebliğ edilmiş bir ödeme emrinin ya da başlatılmış bir icra takibinin bulunmaması durumunda, yapılan bu tebligat ödeme emri niteliğinde olmayıp borç bildirim yazısından ibaret olacak ve buna göre, davanın menfi tespit davası olarak kabul edilmesi sonucunu doğuracaktır.
Somut olaya bakıldığında, asıl davada davaya konu olan ve davacı adına bizzat düzenlenmesi gereken 2009/10754, 2009/10755, 2009/10756, 2009/10757, 2009/10758, 2009/10759, 2009/10760, 2009/10761, 2009/10762, 2009/10763, 2009/10764, 2009/10765, 2009/10766, 2009/10767, 2009/10768 ödeme emirlerinin dosya içerisinde bulunmadığı, tebliğ evraklarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Yapılan açıklamalar çerçevesinde; asıl dava hakkında ödeme emri niteliğinde olmamakla birlikte davaya esas kurum yazısının borç bildirimi niteliğinde olduğu dikkate alındığında, yapılan bu tebligatların ödeme emri niteliğinde olmayıp borç bildirim yazısından ibaret bulunması karşısında, davanın menfi tespit davası olarak kabul edilip esastan karara bağlanması gerekirken, yazılı biçimde davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine hükmedilmesi isabetsiz bulunmuştur.
2) Birleşen dava hakkındaki temyiz itirazlarına gelince;
Tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu; mülga 506 sayılı Kanunun 80., bazı maddeleri dışında 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 88., 6183 sayılı Kanunun 35 ve mükerrer 35. maddelerinde düzenlenmiştir.
506 sayılı Kanunun 80. maddesi; 'Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.' hükmünü öngörmüş; 5510 sayılı Kanunun 88. maddesi de bir kısım farklar dışında anılan maddeye benzer düzenleme getirmiş olup, 'Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.' hükmünü getirmiştir.
Her iki yasal düzenleme birlikte irdelendiğinde, 01/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasanın Kurum alacaklarını düzenleyen 88/20. maddesinde sorumluluk için yönetim kurulu üyeliği yeterli iken, 01/10/2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan 506 sayılı Yasanın 80/12. maddesinde ise, yönetim kurulu üyeliği tek başına yeterli olmayıp, yönetim kurulu üyesinin aynı zamanda üst düzey yönetici veya yetkilisi olması da gerekmektedir.
Yerleşmiş Yargıtay uygulamaları ile öğretide kabul edildiği üzere 'üst düzey yönetici' kavramından anlaşılan şirketin mali ve idari konularında tek başına emir ve tasarruf yetkisine sahip özel şekilde kendisine yetki verilen kişidir. Türk Ticaret Kanunu'nun 317. maddesine göre anonim şirketlerde şirketi yönetmek ve temsil etmek yönetim kuruluna aittir. Anonim şirkette primlerin ödenmesinde müteselsilen sorumlu üst yönetici ve yetkiliden söz edebilmek için primlerin tahakkuk ve ödenmesinde yetkili üst düzey yönetici olması, yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcısı gibi unvan taşıması veya temsil ve ilzam yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi olması gerekir.
Ancak bu sorumluluk, “haklı sebep olmaksızın” ödememe hali ile sınırlandırılmış olup; özel nitelikteki tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkilileri yönünden primlerin ödenememesi haklı bir neden sonucu ise prim borcundan ötürü şahsen sorumlu tutulamazlar. Diğer bir anlatımla şirketin prim borcundan müteselsilen sorumlu olan üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri, borcun haklı nedenle ödenemediği savunmasında bulunabilirler ve haklı nedenin varlığı halinde, prim borcundan dolayı Kuruma karşı işverenle birlikte müteselsilen sorumlu tutulamazlar.
Haklı nedenlerin neler olduğu konusunda kanunda bir açıklık bulunmamaktadır. Hangi hallerin haklı sebep teşkil ettiği, her bir davadaki özel koşullar ile hukuki ve maddi olayların özelliklerine göre mahkemece belirlenecektir. Bu belirleme yapılırken; diğer Kanunlardaki düzenlemelerden yararlanılmalı ve bilhassa Sosyal Güvenlik ilkeleri göz önünde tutulmalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde, 2006/9-2007/3 arası dönemlerine ilişkin dava dışı kooperatifin prim borcundan dolayı 2009/10754 sayılı takip dosyasına ilişkin ödeme emrinin iptaline ilişkin birleşen davada, davacının 20.07.2005 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde tasfiye memuru olduğu, yönetim kurulunun 01.07.2005 tarihli noter onaylı kararıyla tasfiye talebinde bulunduğu ve 30.06.2007 tarihli genel kurul toplantısında kooperatifin feshedildiği anlaşılmakla; iptali istenen dönemler itibariyle davacının dava dışı kooperatifte temsil ve ilzam yetkisinin araştırılması, ihtilaflı dönemde davacının tasfiye memuru olup olmadığı, bu durumun davacı için haklı sebep olgusunu oluşturup oluşturmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 19.02.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
10. Hukuk Dairesi 2016/9692 E. , 2019/1346 K.
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntüleme
- Son mesaj
-
- 0 Cevaplar
- 5 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 11 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 12 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 11 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 11 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 24 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 17 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 13 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 9 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat
-
- 0 Cevaplar
- 3 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Ictihat