10. Hukuk Dairesi 2018/6097 E. , 2019/9704 K.

Kilitli
Kullanıcı avatarı
İctihat
Mesajlar: 681327
Kayıt: 30 Mar 2021, 02:46

10. Hukuk Dairesi 2018/6097 E. , 2019/9704 K.


'İçtihat Metni'

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, tıbbi cihaz bedellerinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki belgeler okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı sağlık kurulu raporlarıyla sigortalıların ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin kullanımı için uygun görülen “... Home ... Set, ... 4 ..., İntra Vajinal Prob ve İntra ... ” adlı tıbbi cihaz bedellerinin Kurumca eksik ödenen 42.544,24 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsili için eldeki davayı açmış, Mahkemece tıbbi cihazların sigortalı ve hak sahiplerine teslim edildiği, dava konusu tıbbi cihazların tedavi için gerekliliği hususunun çelişkili kaldığı, davacı şirket tarafından cihaz bedelinin Kurumdan tahsili talebinin 5510 sayılı yasanın 93. maddesine aykırı olmakla birlikte davalı Kurum tarafından daha önce kısmen de olsa ödeme nedeniyle bu engelin aşıldığını ancak fatura tarihi itibariyle davalı Kurum tarafından SUT hükümlerine göre karşılanmayan cihaz bedelinin tahsili talebi hakkında ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 32. maddesi uyarınca hastalık sigortası kolundan sigortalıya; sağlık yardımı yapılması ile protez araç ve gereçlerinin standartlara uygun olarak sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi yardımları sağlanır. Anılan Kanunun 34. maddesinde de sigortalının eşi ve geçindirmekle yükümlü olduğu çocuklarının, 33. maddede belirtilen sağlık yardımlarından yararlanacaklar belirtilmektedir.
Eldeki davada uyuşmazlık, davacı şirketin aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı hususundadır.
Mahkemece, “...Hukuk Genel Kurulu'nun 04.03.2009 tarih, 2009/10-34 Esas ve 2009/104 Karar sayılı ve 01.03.2006 tarih, 2006/21-5 Esas ve 2006/33 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, davaya konu tıbbi cihazları temin eden davacı şirketin anılan tıbbi cihaz bedellerinin tahsilini talep etme yönünde bu davayı açmakta taraf sıfatının bulunduğu açıktır...” denilmiş ise de anılan kararlarda davacının taraf sıfatı-aktif dava ehliyeti öncelikli olarak tartışılmış ve ödenmeyen tıbbi malzeme bedelinin tahsili davasını açma yetkisinin sigortalıya ait olduğu, tıbbi malzeme temin eden şirketin dava açabilmesi için mutlaka alacağın temlikinin olması gerektiği vurgulanmıştır.
Kararlarda da belirtildiği üzere sıfat, dava konusu subjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkindir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Bir kişinin bir davada gerçekten davacı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Bir davada davacı olma sıfatı dava konusu hakkın sahibine aittir (Prof. Dr. B. Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 1990, 5. Baskı 1. Cilt Sy. 755 vd.).
Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ... davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ... davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 sayılı Kararı.).
Borçlar Kanununda düzenlenen alacağın temliki, ister sözleşmeye, ister kanun hükmüne yada yargı kararına dayansın, üçlü ilişkiye dayanan hukuki bir yapıyı ifade eder. Yasa, temlik için yazılı şekil şartını yeterli görmektedir. Alacaklı, bir borç ilişkisinden doğan alacağını üçüncü bir kişiye (temlik alan/temellük edene) devretmekte, alacak, temlik edenden üçüncü kişiye geçerken borç ilişkisinin aktif süjesi değişmekte, temlik eden borç ilişkisinden çıkarak onun yerine alacaklı sıfatıyla, alacağı devralan üçüncü kişi geçmektedir.
Temlik, mevcut bulunan bir alacağın varlık ve tutarını üçüncü kişiye aktaran bir işlem olup, yeniden borç doğurmaz (Yargıtay 4. HD. 13.4.1972 gün ve 1976 E-3333 K.)
Temlik ile birlikte üçüncü kişi, alacağı tamamen veya kısmen, alacaklı ile borçlu arasındaki borç ilişkisinin koşullarıyla iktisap etmektedir. Burada değişen sadece borç ilişkisinin tarafı (süjesi) olup, konusu (objesi) değildir (A.Kılıçoğlu-Borçlar Hukuku, 4. Bası, Syf.596 vd.)
Alacaklı, alacağını üçüncü kişiye olan borcunu ifa amacıyla temlik edebileceği gibi, borçludan olan alacağını tahsil amacıyla da temlik edebilir. Alacağın bir ivaz karşılığında temlik edilmesi halinde Yasa temlik edene bir garanti (sağlama, tekeffül) borcu yüklemektedir. Temlik eden, her şeyden önce alacağın temlik zamanındaki varlığından sorumlu bulunmaktadır. Alacağın tahsil amacıyla temlik edilmesi halinde de temlik edene bir garanti borcu öngörülmüştür.
Temellük eden (üçüncü kişi), borçluya karşı, alacağın kendisine temlik edildiğini ve alacağın varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Üçüncü kişi bunu ispat edebilmek için, alacaklının elinde bulunan ve alacağın varlığını gösterir bilgi ve belgelere dayanabilecektir. Üçüncü kişi ile borçlu arasındaki ilişki, alacaklı ile borçlu arasında borcun doğumuna yol açan borç ilişkisine dayanmaktadır.
Borçlu, temliki öğrendiği zaman temlik edene karşı haiz olduğu defileri üçüncü kişiye karşı da ileri sürebileceği gibi, alacak hakkının doğumunu önleyen olaylarla, alacak hakkını ortadan kaldıran olayları da itiraz olarak ileri sürebilir. Borçlunun ileri sürdüğü itirazlar sabit olduğu takdirde, yapılan temlik işlemi geçerli olmayacaktır.
Bir diğer ifadeyle, temlike rağmen borç ilişkisinin, özellikle sözleşmenin aktif süjesi olarak (temlik eden) alacaklı sıfatını korumakta, bu nedenle de, borçlunun borç ilişkisiyle ilgili irade beyanlarının muhatabı, temlikten önce olduğu gibi temlikten sonra da alacağı temlik eden ilk alacaklı olmaktadır.
Somut olayda ise, dosya içeriğine göre, tıbbi cihazların temin edildiği sigortalılar tarafından davacı şirkete verilen vekaletname bulunup bulunmadığı ve kapsamı yöntemince araştırılmamıştır.
Mahkemece, vekaletnamenin bulunup bulunmadığı araştırılarak celbi ile kapsamı araştırılmalı, alacak hakkının, kullanılan sözlere göre çok geniş kapsamlı ve anlam olarak, alacağın temlik anında mevcut durumu yargılama usulüne ilişkin bütün haklar dahil kapsamına alıp almadığının belirlenerek, davacının aktif dava ehliyeti bulunup bulunmadığı hususu açıklığa kavuşturulmalı (4.HD. 9.7.1974 gün ve 5767 E. 4470 K) alacağın temliki yok ise dava husumet yokluğundan reddedilmelidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 10.12.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kilitli
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“2019 Yılı Kararları” sayfasına dön