3. Hukuk Dairesi 2019/2951 E. , 2019/9904 K.


Kilitli
Kullanıcı avatarı
İctihat
Mesajlar: 681327
Kayıt: 30 Mar 2021, 02:46

3. Hukuk Dairesi 2019/2951 E. , 2019/9904 K.


'İçtihat Metni'

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, temlik alan davacı vekili tarafından duruşmasız, davalılar vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; daha önceden belirlenen, 10/12/2019 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; davalılar vekili Av.... ve davalı asil ... geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00'e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; ... İlçesi ... mevkii 337 parsel numaralı araziye müştereken malik olduklarını, 1980 yıllarında söz konusu arazinin içerisine masrafların kendisi tarafından karşılanarak bir bina inşa ettirdiğini, söz konusu sahanın tamamen betonlaştığını, gerekli tesviyenin yaptırıldığını, ayrıca buraya elektrik ve su getirildiğini, söz konusu yerin bir müddet tofaş servisi olarak kullanıldığını, arazi üzerindeki binanın araziye büyük oranda değer kazandırdığını, davalıların bu binanın tarafınca yapılmadığını iddia ettiklerini ve bu bina için harcanan paraları hisseleri oranında ödemeyi reddettiklerini bu durumun mağduriyetine neden olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 6.500,00 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak tarafına verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı 05.04.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 110.500 TL’ye yükseltmiştir.
Davalılar, davacının açmış olduğu davanın haksız ve yersiz olduğunu, 1980 yılında yapılan bir binanın bedelinin aradan 26 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra talep edilemeyeceğini, hak düşürücü süre olan genel tazminatlarda uygulanan 10 yıllık sürenin geçtiğini, zamanaşımına uğramış bir talep olduğunu, ayrıca bu binanın ortak muristen gelmekte olup ortak murisi olan ... tarafından yapıldığını, daha sonraki masrafların da babaları ... tarafından yapıldığını, ayrıca dava değeri olarak çok fahiş bir talepte bulunulduğunu, bayındırlık birim fiyatı talep edilebileceğini, temerrüt hasıl olmadığından faiz talebinin yasal olmadığını, savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; “...düzenleme şeklinde yapılan rızaen taksim sözleşmesi gereğince hakkına düşen dava konusu 337 sayılı taşınmazda bulunan 733 metre hisseli taşınmazın davacının borcundan dolayı Silifke icra Müdürlüğü’nün 2004-546 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan takip neticesinde taşınmazın üzerindeki tüm muhdesat ile birlikte kıymet taktiri yapılarak satıldığı, yapılan kıymet taktirine davacının itiraz etmediği, davacının taşınmaz ve muhdesatlar açısından hakkı kalmadığından hakkaniyet ilkesi gereğince davanın reddine” karar verilmiş olup, hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 29.01.2013 tarih ve E.2012\18071-K.2013\1298 sayılı ilamı ile; “...dava konusu 337 Parselde bulunan taşınmaza 1978 yılında davalıların babası tarafından inşaata başlandığı, onun Silifke'den Mersin'e taşınması ile inşaatın davacı tarafından tamamlandığı ve davacının yaptığı muhtesatın 400 m² kapalı alan olduğu anlaşılmaktadır.
...
Davada, davacının taşınmaza yaptığı imalatın (muhtesatın) davacı tarafından yapıldığının tespiti ile muhtesat bedeli talep edilmektedir.
Davacının vergi borcundan dolayı dava konusu taşınmazda bulunan payına isabet eden miktar kadar muhtesat değerinden yararlandığı, muhtesat bedelinin geri kalan kısmı ile ilgili bir değerlendirme yapılmadığı tartışmasızdır. Buna göre, davacının yaptığını iddia ettiği muhtesat (bina) bedelinden satış dosyasındaki payı dışında kalan imalat bedeli kadar davalıların (diğer hissedarların) zenginleştiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, imalatın davacı tarafından yapılan kısmın tespiti ile davacı tarafından iade edildiği tarih itibariyle davalıların sebepsiz zenginleşme miktarının belirlenmesi konusunda inceleme yapılarak, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece, belirtilen konularda yeterli araştırma yapılmadan yazılı şekilde hükmü kurulması doğru görülmemiştir” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Bozma ilamına uyan mahkemece bu kerre; '...dinlenen tanık beyanlarından dava konusu 337 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binanın iki kardeş olan dava dışı ... ve davacı ...'ın beraber inşaata başladıkları, belli bir seviyeye geldikten sonra dava dışı ...'ın inşaatı yarım bırakarak gittiği, yapının geri kalan kısmının davacı ... tarafından karşılanmak suretiyle tamamlandığı, bu bağlamda davacının yaptığı muhtesat (bina) bedelinden icra satış dosyasındaki payı dışında kalan imalat bedeli kadar davalıların (diğer hissedarların) zenginleştiği anlaşılmaktadır.
...
Davacının ıslah dilekçesi ve talebi doğrultusunda, davanın kabulü ile, 33.650,00 TL alacağın 2.000,00 TL'sinin dava tarihinden bakiyesi 31.650,00 TL'nin ıslah tarihi olan 05/04/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ...'tan alınarak davacıya verilmesine; 76.850,00 TL alacağın 4.500,00 TL'sinin dava tarihinden bakiyesi olan 72.350,00 TL'nin ıslah tarihi olan 05.04.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ...'dan alınarak davacıya verilmesine' karar verilmiş olup, kararın davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Dairemizin 14.10.2014 tarih ve E.2014\8710-K.2014\13230 sayılı ilamı ile; “...Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalılar vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak, Silifke İcra Müdürlüğü'nün 2004/546 E.sayılı dosyasında alınan 30.05.2005 tarihli Kıymet Takdir Komisyonu raporunda davaya konu muhdesatın değeri 55.000 TL olarak belirtilirken, mahkemece yapılan 22.03.2010 tarihli keşif sonucunda inşaatcı ve emlakcı bilirkişinin müştereken düzenledikleri 12.01.2011 tarihli raporda ,muhdesatın 2006 yılı değeri 110.532,82 TL , bozmadan sonra mahkemece yapılan keşiften sonra inşaat mühendisi ve mülk bilirkişisinin düzenlediği 25.11.2013 tarihli müşterek raporda imalatın 2006 yılındaki değeri ise 266.137,22TL olarak hesaplanmıştır. Buna göre aynı yerle ilgili olarak aynı yıl için bilirkişiler tarafından hesaplanan değerler arasında fahiş farklılıklar bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bilirkişi raporu kural olarak hâkimi bağlamaz. Hâkim raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasındaki çelişki varsa hakim çelişkiyi gidermeden karar veremez.
Bu durumda mahkemece ;davaya konu muhdesatın değerinin tespiti amacıyla önceki bilirkişiler dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi heyetiyle mahallinde keşif icrasıyla, 12.01.2011 tarihli bilirkişi raporu ile 25.11.2013 tarihli bilirkişi raporları arasında ki çelişkileri de giderecek biçimde rapor alınarak, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, raporlar arasındaki çelişki giderilmeden, 25.11.2013 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
Bundan ayrı olarak, dosya içinde mevcut resmi akit tablolarından davalıların değişik tarihlerde diğer hissedarlardan pay satın aldıkları sabittir. Davalılar diğer hissedarlardan pay satın aldıklarına göre, davalıların bu hissedarlara muhdesat bedelini ödeyip ödemediklerinin tespit edilmesi gerekmektedir. Şöyle ki davalılar pay satın alırken muhdesat bedeli ödeyerek taşınmaz satın aldıkları takdirde, satın aldıkları pay nedeniyle muhdesat yönünden davacıya karşı sebepsiz zenginleştiklerinden sözedilemez. Aksi halde davalılar muhdesatın bedelini ödemeden pay satın almış iseler o takdir de davalılar sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre elde ettiği kazanımı geri vermek zorundadırlar.
Ne var ki mahkemece, bu yönde de bir araştırma ve değerlendirme yapılmadan eksik incelemeye dayanılarak davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Bozma ilamına uyan mahkemece bu defa; '...yapılan yargılamada öncelikle muhdesatların değeri bakımından mahallinde keşif yapılmış ve bilirkişilerden dosyadaki raporlar arasındaki çelişkileri giderecek mahiyette rapor alınmıştır.
Tüm bu nedenlerle mahkememizce hükme esas alınan gerçekleşme yüzdesine göre hesaplama yapan 15/11/2017 tarihli rapor hükme esas alınmıştır. Öncelikle 15/11/2017 tarihli rapor doğrultusunda davacı tarafından yapılan muhdesatın dava tarihindeki değerinin A binasının ortaklaşa yapılan kısmından davacının payına düşen 37.350,95 TL/2=18.675,47 TL (ortaklaşa yapıldığı ve ne kadarının kim tarafından yapıldığı tespit edilemediğinden ve bu kısmın dinlenen tanık anlatımları ile davacı ve davalıların murisi tarafından birlikte yapıldığı beyan edildiğinden muhdesatta davalıların murisinin ve davacının eşit olarak hak sahibi olduğu kabul edilerek) A binasının davacı tarafından yapıldığı anlaşılan kısmı 56.026,43 TL, davacı tarafından yapılan B binasının dava tarihindeki değeri 28.318,02 TL, davacı tarafından meydana getirildiği anlaşılan saha betonunun değeri 26.518,64 TL olmak üzere toplam olarak davacı tarafından meydana getirilen muhdesatın bedelinin 129.538,56 TL olduğu anlaşılmıştır.
Davacının 337 parseldeki hissesinin Silifke İcra Müdürlüğü aracılığı ile satılması ile 18.997,95 TL'lik (hisse oranı 733/1666 olarak tapuda belirtilmiş ise de tapudaki hisse oranlarında hata olduğu ve davacının hissesinin 733/4998 olduğu ve hesaplamalarda bu oranın dikkate alındığı tapu kayıtlarından, dosya arasındaki raporlardan ve Silifke İcra Müdürlüğünün 2004/546 sayılı icra dosyasından ve bu dosyadan alınan raporlardan anlaşıldığından 129.538,56TL x 733/4998=18.997,95 TL şeklinde hesaplanan) kısım bakımından davalıların sebepsiz zenginleşmediği ve davacının muhdesat değerini aldığı anlaşıldığından 129.538,56 TL- 18.997,95 TL=110.540,61 TL bakımından davalılar ve dava dışı kişilerin sebepsiz zenginleştiği anlaşılmıştır.
...
Davacı taraf bu hususu tüm dosya kapsamı ile ispat edememiştir. Bu nedenle yukarıda belirlenen 110.540,61 TL sebepsiz zenginleşme miktarından tapudaki hisselerine göre davalı ... 36.846,61 TL'den (110.540,61x1/3=36.846,61 TL) sorumludur ve mahsubu yapılmayan satın aldığı hisse mevcut olmadığından bu bedelden herhangi bir mahsup yapılmamıştır yine davalı ... ise 73693,74 TL (110.540,61x2/3= 73693,74 TL)'den ...'den satın aldığı 1/3 hisse mahsup edildiğinde davalı ... 36.846,61TL (110.540,61x2/3=73693,74TL (110.540,61x1/3=36.846,61 TL)= 36.846,61 TL)'den sorumludur.
Açıklanan tüm bu nedenlerle bozma ilamına göre yapılan yargılamada davalı ...'un ve davalı ...'ın 337 parsel üzerinde davacı tarafından meydana getirilen muhdesat bakımından 36.846,61'şer TL sebepsiz zenginleştikleri anlaşıldığından davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 36.846,87 TL alacağın 2.000,00 TL'sinin dava tarihinden bakiyesi 34.846,87 TL'nin ıslah tarihi olan 05.04.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ...'tan alınarak davacıya verilmesine, 36.846,87 TL alacağın 4.500,00 TL'sinin dava tarihinden bakiyesi olan 32.346,87 TL'nin ıslah tarihi olan 05.04.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ...'dan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya dair istemin reddine” karar verilmiş olup, karar davalılar ve davacı temlik alan tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacı temlik alanın tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- 6100 sayılı HMK'nun 26/1. maddesine (HUMK.’nın 74. mad.) göre 'Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.' düzenlemesi mevcutur.
Açılan bir davada hakim istenilenden fazlasına veya başka bir şeye hükmedemez. Öğreti ve uygulamada taleple bağlılık olarak adlandırılan bu kural sadece sonuç istem yönünden değil, sonuç istemi oluşturulan her bir alacak kalemi yönünden de uygulanır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle usuli kazanılmış hak kavramına kısaca değinilmesinde fayda vardır.
Mülga 1086 sayılı HUMK ve 6100 sayılı HMK'da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kavram davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle de, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
09.05.1960 tarihli ve 1960/21-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere; 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’da usuli kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm yok ise de, Yargıtay’ın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma amacıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuksal anlamda istikrar amacına ulaşmak isteğinin kabul edilmiş bulunması bakımından, usule ait kazanılmış hak kurumu, usul yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. Esasen, hukukun kaynağı sadece yasa olmayıp, yargısal içtihatlar dahi, hukukun kaynağı olduğundan, söz konusu usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hâle sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre, Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme, bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek, direnme kararı veremez, bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Aynı ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 tarihli ve 2003/ 8-83 E, 2003/72 K.; 17.02.2010 tarihli ve 2010/9-71 E, 2010/87 K.; 05.02.2014 tarihli ve 2013/13-597 E, 2014/62 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi, yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır: Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptal kararI verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (YHGK’nun 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E,19 K; 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E, 2010/54 K).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru,B: Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt v, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).
Tüm bu hukuki açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacı, tofaş servisi olarak kullanılan binanın tarafınca yaptırıldığı (sınırları ve m² belirtilmeyen) iddia edilerek bedelinin tahsili için eldeki dava açılmış, mahkemece yapılan yargılama neticesinde davanın reddi yönünde verilen karar Dairemizin 29.01.2013 tarih ve E.2012\18071-K.2013\1298 sayılı ilamı ile, dava konusu 337 parselde bulunan taşınmaza 1978 yılında davalıların babası tarafından inşaata başlandığı, onun Silifke'den Mersin'e taşınması ile inşaatın davacı tarafından tamamlandığı ve davacının yaptığı muhtesatın 400 m² kapalı alan olduğu belirtilmek suretiyle kararın bozulduğu anlaşılmaktadır.
Yine, mahkemenin 23.01.2014 tarih ve E.2013\203-K.2014\32 sayılı ikinci kararında davanın kabulü ile, 33.650,00 TL alacağın yasal faizi ile birlikte davalı ...'tan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş olmasına ve kararın sadece davalılar tarafından temyiz edilmiş olmasına rağmen, mahkemece bu kerre (temyize konu halihazırdaki karar) usulü kazanılmış hak dikkate alınmadan 36.846,87 TL alacağın davalı ...'tan tahsiline karar verilmiştir.
Oysa, mahkemece, davacının yaptığını iddia ettiği ve Dairemiz kararı ile de sabitlenen sadece 400 m² muhtesat (bina) bedelinden satış dosyasındaki payı dışında kalan imalat bedeli kadar davalıların (diğer hissedarların) zenginleştiği; yine davalı ... bakımdan 33.650,00 TL’den fazlasına hükmedilemeyeceği hususu dikkate alınarak bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle davalılar lehine hüküm kurmak olmalıdır.
O halde, mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınmak suretiyle (davacının yaptığı muhtesatın 400 m² kapalı alan ile sınırlı olduğu) karar verilmesi gerekirken, usulü kazanılmış hakka ve taleple bağlılık kuralına aykırı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu yönüyle davalılar yararına bozulması gerekmiştir.
Kabule göre de; mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi nedeniyle, kendisini vekil ile temsil ettiren davalılar yararına reddedilen kısım bakımından vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, bu hususta olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olması da usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacı temlik alan vekilinin tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince davalılar yararına BOZULMASINA, 2.037 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı tarafa verilmesine,
peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nın Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/12/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Kilitli
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“2019 Yılı Kararları” sayfasına dön