1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

11. Hukuk Dairesi 2018/2447 E. , 2019/8136 K.

Gönderilme zamanı: 18 Kas 2021, 20:30
gönderen İctihat
11. Hukuk Dairesi 2018/2447 E. , 2019/8136 K.


'İçtihat Metni'

MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ


TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada Gaziantep 1. Asliye Ticaret Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 27/12/2017 tarih ve 2016/574-2017/1396 sayılı kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş olduğu anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 10.12.2019 günü hazır bulunan davacılar vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili şirketin davalı bankadan kredi kullandığını, diğer müvekkillerinin ise bu kredinin kefilleri olduğunu, şirketin mali durumunun müsait olmaması nedeniyle kredi borçlarının zamanında ödenemediğini, davalı tarafından müvekkili şirket hakkında icra takipleri yapıldığını, borcun tasfiyesi için davalı ile 27/06/2007 tarihinde protokol yapılmak zorunda kalındığını ve protokole göre; müvekkilinin borcunun 1.537.354 USD olduğunun ve borcun ödenmesi halinde iade edilmek üzere müvekkili şirkete ait fabrikanın ve arsasının 1.750.000 USD bedelle davalı bankaya devredilmesinin, borcun vadesinde ödenmemesi halinde ise taşınmazın mülkiyetinin davalıda kalacağının kararlaştırıldığını, protokole göre müvekkili şirketin taşınmazı davalıya devrettiğini, fabrikanın çalışabilmesi için davalı tarafından sözlü olarak verilmesi vaadedilen 3.000.000 USD kredinin verilmediğini ve fabrikanın istenen nitelikte çalıştırılamaması nedeniyle borcun vadesinde ödenemediğini, davalı tarafından 18/12/2009 tarihinde taraflar arasında düzenlenen 27.06.2007 tarihli protokolün feshedildiğinin ve kredi borcunun muaccel olduğunun ihtar edilerek davaya konu taşınmazın satışa çıkarıldığını, oysa 27/06/2007 tarihli protokolün müvekkilinin müzayaka halinde olması nedeniyle geçersiz olduğunu, ayrıcataşınmazın gerçek değerinin davalıya devir bedelinin çok üzerinde olduğunu ileri sürerek, taraflar arasında düzenlenen 27/06/2007 tarihli protokolün geçersizliğinin tesbitini ve taşınmazın müvekkiline iadesini, bunun mümkün olmaması halinde taşınmazın değerinin tesbit edilerek müvekkilinin davalıya olan kredi borçlarının mahsubu ile bakiye alacağın davalıdan tahsilini buna göre ıslah ile artırılmış olarak 7.151.198,32 TL’nin temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, gabin iddiasının hak düşürücü sürede ileri sürülmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında 27/06/2007 tarihli protokolün düzenlendiği, sonrasında ise, yeniden 24/10/2008 ve 30/06/2009 tarihli protokollerin düzenlendiği,son protokol kapsamında kredilerin ilk taksidinin ödeme tarihi 31/07/2010 olarak düzenlenmesine rağmen 18/12/2009 tarihli sözleşmenin feshine ilişkin ihtarname çekildiği, bu ihtarnamenin borç henüz muaccel hale gelmeden çekildiği, sanki borç yapılandırılmamış gibi hareket edildiği, bu nedenle feshin haklı bir fesih olmadığı, 18/12/2009 ihtar tarihi itibariyle rotatif kredilerin hiçbirisinin vadesinin gelmediği ve söz konusu krediler bakımından temerrüt oluşmadığı, 12/12/2007 tarihli taahhütnamenin ilgili hükmü gereğince 30/09/2009 devlet faizi ödemelerinin vade tarihi olan 30/09/2009 itibaren 90 gün içerisinde ödenmemesi halinde temerrüdün gerçekleşeceği belirtilmekte olup, temerrüt tarihinin 30/12/2009 olduğu, feshe ilişkin ihtarnamenin bu tarihten önce 18/12/2009 tarihinde tanzim edildiği, bu nedenle fesih tarihi itibariyle temerrüdün oluşmadığı, davacıların, ihtarname tarihine kadar Ekim/Kasım 2009 ayı kiraları hariç bütün kiraların yatırıldığı, belirtilen aylara ilişkin kiraların ise Ova Bakliyatın alt kiracı olması dolayısıyla kendi kira borçlarının davacı şirketin hesabına yatırdığı, belirtilen aylara ilişkin borç muaccel olduğu anda kira borcunu karşılayacak paranın bulunduğu, ancak davalı bankanın iyi niyetli hareket ederek sözleşmenin feshine sebebiyet vermemek adına kira bedellerini tahsil etmek yerine, vadesi gelmeyen kredi geri ödemesini tahsil etmesi ve dolayısıyla protokolün feshine zemin hazırlaması basiretli bir tacir olması gereken ve aynı zamanda güven kuruluşu olan bankanın bu davranışı dürüstlük kurallarına aykırı bir davranış olarak kabul edildiği, davacı tarafın sigorta primlerinin yatırılmadığı yönündeki iddiaları yerinde görülmediği gibi, davacı tarafın bu ödemeleri yaptığı, taraflar arasında düzenlenen protokolün 8. maddesinde taşınmazın davacı şirket tarafından kullanılacağı, alt kiraya verilemeyeceği, aksi durumun sözleşmenin feshini doğuracağı, banka dilerse bu hakkın kullanılabileceği, borçlunun önceden bankanın yazılı iznini almak şartıyla üçüncü bir şahsa kiraya verebileceğinin belirtildiği, davalı bankanın 18/12/ 2009 tarihli fesih ihtarnamesi incelendiğinde, belirtilen nedene dayalı olarak feshin gerçekleştirilmediği, feshin temel nedeninin ödemeler olduğu, protokolde alt kiraya aykırılık nedeniyle feshin davalı bankanın takdirine bırakıldığı ancak, fesih ihtarında buna dayalı bir irade beyanının bulunmadığı, aksi dahi değerlendirilse davacı tarafın 11/10/2017 tarihli dilekçe ekinde ibraz ettiği belgeler ve taraflar arasındaki yazışmalar da nazara alındığında, aradan geçen onca süreye rağmen bu konuda ses çıkarılmaması, taraflar arasındaki protokolde yazılı onay aranması nedeniyle bunun yazılı bir onay olduğu kabul edilemeyecek olsa dahi, hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceğinden davalı tarafın feshinin haklı bir fesih olmadığı, terditli olarak taşınmazın tapu iptal tescili talep edilmiş ise de, dava konusu taşınmazın 3. kişiye devredilmiş olması ayrıca davacı tarafın da ıslah dilekçesinde taşınmaz bedeli yönünde ıslah yapmış olması nedeniyle reddi gerektiği, taşınmazın arsa ve yapı değerinin 9.854.948,22 TL olduğu, bu miktardan tapuya karşılık olarak verilen paranın mahsubu ile bakiye 7.151.198,32 TL'ne hak kazanıldığı gerekçesiyle, davacı tarafın tapu ./..iptal tescil talebinin reddine, 7.151.198,32 TL'nin, 10.000,00 TL'sinin faizsiz olarak, bakiye 7.141.198,32 TL'nin ıslah tarihi olan 26/06/2013 itibaren işleyecek reeskont faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin geçersizliği ve sözleşmeye göre davalıya devredilen taşınmazın iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçe ile, tapu iptali tescil talebinin reddine, 7.151.198,32 TL'nin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Ancak, 6100 sayılı HMK'nın 294/3 madde ve fıkrasında 'Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.' aynı Yasa'nın 297/2 madde ve fıkrasında ise “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” hükmü düzenlenmiştir.
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK’un 382 ve devamı maddelerinde gerekse de yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK'nın 294 vd. maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca hükme bağlanmıştır. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması ve tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır ve şüpheye yer vermeyecek şekilde infazı kabil olarak kurulması gerekir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi, dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş olacaktır. Kararların bu hususlara aykırı oluşturulması mahkeme kararlarına duyulan güveni sarsacağı gibi, verilen kararların hukuki denetiminin yapılmasını da olanaksız kılmaktadır.
Bu itibarla, davacı şirket ile diğer davacı gerçek kişiler tarafından açılan işbu davada mahkemece, hükmedilen bedelin ''davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine'' şeklinde, hangi davacı ya da davacılara ödeneceği belirtilmeksizin infazda tereddüt oluşturacak mahiyette karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, kararın re'sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, takdir olunan 2.037,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 12/12/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.