17. Hukuk Dairesi 2019/6182 E. , 2020/8986 K.
Gönderilme zamanı: 18 Kas 2021, 20:30
17. Hukuk Dairesi 2019/6182 E. , 2020/8986 K.
'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili; davacının davalı ... tarafından kasko sigorta poliçesi ile sigortalı olan aracının çalındığını, davalı ... şirketinin zabıt/beyan uyumsuzluğu gerekçesiyle zararın teminat harici olduğunu bildirdiğini ve daha sonra poliçenin iptal edildiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL olmak üzere kasko sigorta poliçesinde yer alan bedelin sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi talep etmiştir.
Davacı vekili; 03.11.2017 tarihli (bozma sonrası) ıslah dilekçesi ile dava değerini 40.000,00 TL olarak ıslah etmiştir.
Davalı vekili; yapılan araştırmalardan sigortalı aracın çalındığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, aracın daha önce ağır hasar nedeniyle pert total olarak değerlendirildiği için 2. el piyasasındaki değerinin 23.000,00 TL civarında olduğunun tespit edildiğini belirtilerek davanın reddine karar verilmesini talep edilmiştir.
Mahkemece, davalı tarafından orijinal anahtar diye sunulan anahtarın davacı araca ait olmadığı tespiti ile aracın anahtarla çalınmadığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 28/03/2016 gün ve 2015/17374 Esas 2016/3829 Karar sayılı ilamı ile 'hasarın tamamının kasko poliçesi teminatı kapsamında olduğunun kabulü ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken ispat külfetinin davacıya bırakılmasının doğru olmadığı' gerekçesiyle karar bozulmuş, davalı vekili tarafından karar düzeltilmesi talep edilmişse de Dairemizin 06/12/2016 gün ve 2016/15070 Esas 2016/11280 Karar sayılı ilamı ile karar düzeltme dilekçesinin miktar itibariyle reddine karar verilmiştir.
Bozma sonrası yapılan yargılama sonrasında mahkemece, davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin, 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava, kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
10.4.1992 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilen bir yükümlülüğünün gerekçeli kararda hüküm altına alınmamış olmasının çelişki teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak keza İ.B.K.nın bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır.
Öyle ki İ.B.K. ile bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde başka bir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Diğer taraftan HMK.’nun 294. - 297. maddeleri, hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. HMK.’nun 297/2. Maddesinde; hükmün sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalıdır.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur. Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hükmün bulunması gerektiği açıktır.
Somut uyuşmazlıkta, yerel mahkemenin yargılamayı sonuçlandırdığı 11/04/2019 tarihli kısa kararda 'Davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” karar verildiği halde, gerekçeli kararda 'Davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin, 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine' şeklinde hüküm tesis olunduğu; yine mahkemenin hüküm fıkrasında hem fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu, hem de fazlaya ilişkin hakların reddedildiği belirtilmiş olması hükmün kendi içinde çelişki oluşturmakla hükmün infaz kabiliyetini de ortadan kaldırmaktadır. Hükmün bu haliyle infazda tereddüt yaratacak nitelikte olduğu açıktır.
Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan yasa hükümlerine ve içtihada uygun şekilde; kısa karar ile hüküm çelişkisi içermeyen kendi içinde tutarlı, maddi olaya ve talebe uygun, denetime elverişli gerekçeli karar oluşturulmak gerekirken, Anayasa ile 6100 sayılı HMK'nın 297 ve 298. maddelerine aykırı şekilde, kısa karar-hüküm çelişkisi içerecek ve infazda tereddüt yaratacak şekilde karar yazılması doğru görülmediğinden, kararın öncelikle bu nedenle bozulması gerekmiştir.
2-Kabule göre,
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
6100 Sayılı HMK döneminde açılmış olan davaya ilişkin dava dilekçesinde, davanın açıkça belirsiz alacak davası olarak açıldığı belirtilmekle davanın niteliğine ve dava dilekçesi içeriğine göre davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, davasını 6100 sayılı HMK'nın 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası şeklinde açmış olup, bilirkişi raporunun dosyaya ibraz edilmesi akabinde de 03.11.2017 tarihli bedel artırımı dilekçesini sunarak bedel artırımı talebinde bulunmuştur.
Buna göre davacının zararı ancak bilirkişi raporuyla belirlenebildiğinden, davacı vekilinin 03.11.2017 tarihli dilekçesinin bedel artırımı dilekçesi olduğu ve 03.11.2017 tarihli dilekçesi dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle, yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre de; usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girdiği gözetilerek 28.07.2020 tarih ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı Kanun ile HMK’nın 177. maddesine getirilen 2. fıkrası hükmü uyarınca davacı vekilinin ıslah talebi de gözetilerek karar verilmesi gerektiğinden hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 23/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili; davacının davalı ... tarafından kasko sigorta poliçesi ile sigortalı olan aracının çalındığını, davalı ... şirketinin zabıt/beyan uyumsuzluğu gerekçesiyle zararın teminat harici olduğunu bildirdiğini ve daha sonra poliçenin iptal edildiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL olmak üzere kasko sigorta poliçesinde yer alan bedelin sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi talep etmiştir.
Davacı vekili; 03.11.2017 tarihli (bozma sonrası) ıslah dilekçesi ile dava değerini 40.000,00 TL olarak ıslah etmiştir.
Davalı vekili; yapılan araştırmalardan sigortalı aracın çalındığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, aracın daha önce ağır hasar nedeniyle pert total olarak değerlendirildiği için 2. el piyasasındaki değerinin 23.000,00 TL civarında olduğunun tespit edildiğini belirtilerek davanın reddine karar verilmesini talep edilmiştir.
Mahkemece, davalı tarafından orijinal anahtar diye sunulan anahtarın davacı araca ait olmadığı tespiti ile aracın anahtarla çalınmadığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 28/03/2016 gün ve 2015/17374 Esas 2016/3829 Karar sayılı ilamı ile 'hasarın tamamının kasko poliçesi teminatı kapsamında olduğunun kabulü ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken ispat külfetinin davacıya bırakılmasının doğru olmadığı' gerekçesiyle karar bozulmuş, davalı vekili tarafından karar düzeltilmesi talep edilmişse de Dairemizin 06/12/2016 gün ve 2016/15070 Esas 2016/11280 Karar sayılı ilamı ile karar düzeltme dilekçesinin miktar itibariyle reddine karar verilmiştir.
Bozma sonrası yapılan yargılama sonrasında mahkemece, davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin, 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava, kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
10.4.1992 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilen bir yükümlülüğünün gerekçeli kararda hüküm altına alınmamış olmasının çelişki teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak keza İ.B.K.nın bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır.
Öyle ki İ.B.K. ile bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde başka bir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Diğer taraftan HMK.’nun 294. - 297. maddeleri, hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. HMK.’nun 297/2. Maddesinde; hükmün sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalıdır.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur. Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hükmün bulunması gerektiği açıktır.
Somut uyuşmazlıkta, yerel mahkemenin yargılamayı sonuçlandırdığı 11/04/2019 tarihli kısa kararda 'Davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” karar verildiği halde, gerekçeli kararda 'Davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL'nin, 07/12/2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine' şeklinde hüküm tesis olunduğu; yine mahkemenin hüküm fıkrasında hem fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu, hem de fazlaya ilişkin hakların reddedildiği belirtilmiş olması hükmün kendi içinde çelişki oluşturmakla hükmün infaz kabiliyetini de ortadan kaldırmaktadır. Hükmün bu haliyle infazda tereddüt yaratacak nitelikte olduğu açıktır.
Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan yasa hükümlerine ve içtihada uygun şekilde; kısa karar ile hüküm çelişkisi içermeyen kendi içinde tutarlı, maddi olaya ve talebe uygun, denetime elverişli gerekçeli karar oluşturulmak gerekirken, Anayasa ile 6100 sayılı HMK'nın 297 ve 298. maddelerine aykırı şekilde, kısa karar-hüküm çelişkisi içerecek ve infazda tereddüt yaratacak şekilde karar yazılması doğru görülmediğinden, kararın öncelikle bu nedenle bozulması gerekmiştir.
2-Kabule göre,
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
6100 Sayılı HMK döneminde açılmış olan davaya ilişkin dava dilekçesinde, davanın açıkça belirsiz alacak davası olarak açıldığı belirtilmekle davanın niteliğine ve dava dilekçesi içeriğine göre davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, davasını 6100 sayılı HMK'nın 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası şeklinde açmış olup, bilirkişi raporunun dosyaya ibraz edilmesi akabinde de 03.11.2017 tarihli bedel artırımı dilekçesini sunarak bedel artırımı talebinde bulunmuştur.
Buna göre davacının zararı ancak bilirkişi raporuyla belirlenebildiğinden, davacı vekilinin 03.11.2017 tarihli dilekçesinin bedel artırımı dilekçesi olduğu ve 03.11.2017 tarihli dilekçesi dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle, yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre de; usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girdiği gözetilerek 28.07.2020 tarih ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı Kanun ile HMK’nın 177. maddesine getirilen 2. fıkrası hükmü uyarınca davacı vekilinin ıslah talebi de gözetilerek karar verilmesi gerektiğinden hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 23/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.