Yargıtay İçtihatlarıyla Mütemmim Cüz
Gönderilme zamanı: 27 Kas 2021, 01:55
MÜTEMMİM CÜZ
I. TANIM:
Bölgesel töreye göre bir nesnenin temel ögesi olan, o nesne yok edilmedikçe veya parçalanmadıkça veya niteliği bozulmadıkça ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçalar, o nesnenin bütünleyici parçalarıdır (TMK. 619/c.2).
Tanımın unsurları:
a. Asıl şeyle mütemmim cüzüleri arasında, dıştan görülebilir bir bağlılık olmalıdır.
b. Bu bağlılık, asıl şey veya cüzü tahrip edilmeden veya değişikliğe uğratılmadan birbirinden ayrılmasının mümkün olmayacağı düzeyde olmalıdır.
c. Asıl şeyle mütemmim cüzü arasındaki bağlılık yalnız fiziki değil, aynı zamanda fonksiyoneldir. Şöyle ki, mütemmim cüz sayılan şey, asıl şeyden ayrıldığında, asıl şey fonksiyonunu önemli ölçüde yitirecekse, bunlar fiziki bakımından hiçbir hasar veya değişikliğe uğramasa bile, mütemmim cüz ilişkisi bulunduğu kabul edilmelidir,
Asıl şeyle bütünleyici parça işlevsel bir bütünlük arzetmelidir. İki şey arasındaki bağlılık, fiziki bakımından ne kadar sıkı olursa olsun, aralarında bu şekilde işlevsel bağ yoksa, bütünleyici parça ilişkisi doğmaz.
d. Bu bağlılık, < (dış-fiziki), (iç-işlevsel)> devamlı nitelikte olmalıdır.
e. Örnek:
- Bilirkişi raporunda haczedilen 4 adet pompanın sökülüp takılmasının mümkün olduğu, bunun her zaman gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir. Bu durumda adı geçen pompaların gayrimenkul tahrip ve tagyir edilmeden ondan ayrılması mümkün görülmekte bu durumu ile mütemmim cüz niteliğinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu pompalar söküldüğünde borçlunun daha sonra başka pompaları bunların yerine takması mümkün olduğuna göre memurlukça yapılan haciz işlemi yerindedir (12. HD. 4.5.2001, 6837/7774, Kaynak: YKD. Kasım 2001, sf.1717).
II. HUKUKİ SONUÇLAR:
a. Asıl şey üzerinde malik olan, onun bütünleyici parçalarına da malik olur (TMK. Md. 619).
b. Asıl şey üzerindeki ayni haklar (mülkiyet, ipotek v.b.) bütünleyici parçaları da kapsar.
c. Bütünleyici parça üzerinde daha önce mevcut olan ayni haklar sona erer.
d. Bütünleyici parça, asıl şeyden ayrı olarak temliki tasarrufa konu olamaz.
e. Bütünleyici parça asıl şeyden ayrılıp bağımsızlığını kazansa bile, eski malikin mülkiyetine dönmez veya üzerinde daha önce mevcut olan ayni haklar yeniden doğmaz.
f. Bütünleyici parçalar asıl şeyden ayrı olarak borçlandırıcı işlemlere konu olabilir.
YARGITAY KARARLARI
*Davacı, haricen satın aldığı, ancak kesin satışı yapılmadığı için üzerine tesçil yaptıramadığı traktöre taktırdığı traktör motoru üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiştir. Davacı, dava konusu hurdaya ayrılmış minibüstün çıkma motoru Reyhan Ltd. Şirketinden 5.9.2001 tarihinde noterde düzenlenen sözleşmeyle satın aldıktan sonra, borçlunun mülkiyetinde bulunan 67 NE 807 plaka sayılı traktöre taktırmış, bu traktöre 16.10.2001 tarihinde borçlunun borcundan dolayı tamirhanede fiilen haciz konulmuştur. Motor, traktöre takılınca onun bütünleyici parçası olmuştur. MK’nun 684/1 maddesi hükmüne göre “Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçasına da sahip olur.” Bir taşınır mal bütünleyici parça olunca o mal başkasının olsa bile üzerindeki mülkiyet hakkı düşer. Bütünleyici parça, birleştiği malın maliki bulunan kimsenin mülkiyetine girer. Bu nedenle, davacıya ait motor, borçluya ait traktöre takılınca, borçlunun mülkiyetine girdiğinden, motor üzerinde mülkiyet hakkı kalmayan üçüncü kişinin istihkak davası açma hakkı yoktur (HGK. 11.3.2003, 633/1927).
*Davacı üçüncü kişi; borçlu Sedat Peker’in borcundan dolayı haczedilen buğday mahsulünün bulunduğu taşınmazın kendisine ait olduğunu, arza malik olan kişinin üzerindeki şeye de malik olacağı ilkesi gereği, bu mahsulün de maliki olduğunu belirterek haczin kaldırılmasını istemiş, Merci’ce istem reddedilmiş ise de varılan sonuç usul ve yasaya uygun değildir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan MK’nun 684/1 fıkrasına göre “bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçasına da malik olur”, ve yine aynı Yasanın 685/1.fıkrasına göre “bir şeyin maliki, onun ürünlerinin de maliki olur.” Üçüncü fıkrasında ise “doğal ürünler asıl şeyden ayrılmayacak kadar onun bütünleyici parçasıdır.”
Somut olayda; dava konusu mahsulün bulunduğu taşınmaz Ceyhan Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 1998/343-225 sayılı kesinleşmiş kararı ile davacı adına tesçiline karar verilmiş, borçlu Sedat Peker’in taraf olduğu bu dava 22.12.1999’da kesinleşmiştir. Mahkemenin bu kararına rağmen, borçlu söz konusu taşınmaza müdahale ettiğinden bahisle, davacı üçüncü kişi elatmanın önlenmesi davası açmış, Ceyhan Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 2000/138-319 sayılı kesinleşmiş kararı ile de borçlunun elatmasının önlenmesine karar verilmiştir.
Davacı Osman Andırın’ın 28.5.2002 tarihinde haczedilen; buğday mahsulünün bulunduğu taşınmazın maliki olduğu, davalı borçlunun ise bu durumdan haberdar olmasına rağmen; bilerek borçluya ait taşınmaz üzerinde ekim yaptığı ve iyi niyetli olmadığı sabittir. Bu nedenlerle; borçlunun, iyi niyetli ürün sahibinin haklarından yararlanamayacağı açıktır. Arzın maliki olan davacı üçüncü kişinin üzerindeki ürünün de sahibi olacağından, davanın kabulü yerine reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir (HGK.5.5.2003,1497/4235).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüzün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 684. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz, işte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olayda, çekişme konusu olan ihata duvarının imar öncesi inşa edildiği anlaşılmaktadır. Esasen bu husus davacının da kabulündedir. Bunun yanısıra bir kısım ağaçların yaşları itibariyle imar öncesinde mevcut oldukları sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca; duvarın ve imar öncesinde mevcut olan ağaçların değerlerinin saptanması ve yukarıdaki ilkelere göre bir hüküm kurulması gerekirken mutlak şekilde elatmanın önlenilmesi ve yıkıma karar verilmesi doğru değildir (1. HD. 13.2.2002, 1210/1757).
*Alacaklının talebi üzerine borçlu, şirkete ait petrol istasyonundaki 4 adet opet marka, numaraları ve diğer özellikleri haciz zabtında yazılı akaryakıt pompalarına memurlukça haciz konulmuştur. Borçlu süresinde merciye verdiği şikayet dilekçesinde haczedilen bu pompaların petrol istasyonunun mütemmim cüzü olduğundan bahisle konulan haczin kaldırılmasını istemiştir. Türk Medeni Kanununun 619. maddesinde nelerin mütemmim cüz olduğu açıklanmıştır. Madde hükmüne göre "mahalli örfe göre bir şeyin esaslı bir unsurunu teşkil eden o şeyin telef veya tahrip yahut tağyir edilmedikçe ondan ayrılması kabil olmayan cüz'ler, o şeyin mütemmim cüz'leridir" hükmünü getirmiştir. Tetkik konusu olayda bilirkişiler dosya içerisinde mevcut olan 12.2.2001 tarihli raporlarının ikinci maddesinde haczedilen 4 adet pompanın kaideten sökme takma işleminin mümkün olduğunu, bunun her zaman gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir. Bu durumda adı geçen pompaların gayri-menkul tahrip ve tağyir edilmeden ondan ayrılması mümkün görülmekte ve bu durumu ile mütemmim cüzü niteliğinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu pompalar söküldüğünde borçlunun daha sonra başka pompaları bunların yerine takması mümkün olduğuna göre memurlukça yapılan haciz işlemi yerinde olup, bilirkişilerin açıklamaları ile sonucu çelişkili olan raporu esas alınarak hüküm tesisi doğru değildir. Şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir (12. HD.4.5.2001,6837/7774).
*Dava, çaplı taşınmaza taşkın inşaat nedeniyle elatmanın önlenmesi ve yıkım (kal) isteğine ilişkindir. Davalılar Medeni Yasanın 650 ve 651. maddelerinin dikkate alınmasını ve davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece elatmanın önlenilmesi davasının reddine, Medeni Kanunun 651. maddesine dayalı isteğine kabulüne, 47 m2 lik taşkın kısım için saptanan 5.640.000.000 liranın davalılardan alınarak davacıya verilmesine ifraz ve tescile karar verilmiştir.
Ancak, yapılan soruşturma ve araştırma hükme yeterli değildir.
Bilindiği üzere; taşkın yapılarda, sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla Yasa Koyucu Medeni Kanunun 648, 649, 650. maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş bu nedenle 651. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre; "(Yanındaki arsaya tecavüz etmiş olan inşaat ve imalat bunları yapan kimsenin o arsa üzerinde ayni bir hakkı varsa, bunlar o kimsenin arsasının mütemmim cüz'ü olur ve tecavüz eden kısmı irtifak hakkı olmak üzere tapu siciline kaydedilir.
Bunlardan mutazarrır olan arsa sahibi muttali olduğu tarihten itibaren onbeşgün içinde itiraz etmemiş ise inşaat hüsnüniyetle yapıldığı ve icabi hal müsait bulunduğu taktirde inşaatı yapan kimse muhik bir tazminat mukabilinde tecavüz ettiği mahal üzerinde kendisine ayni bir hak verilmesini veya o mahal mülkiyetinin kendisine aidiyetinin tanınmasını isteyebilir."
Görüldüğü üzere taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 619, 644, 648. maddelerinde kabul edilen "üst toprağa bağlıdır" kuralına ayrıcalık getirilmiş taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil, anayapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası (mütemmim cüz'ü) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması, arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.
Medeni Kanunun 651. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul yapı malikinin iyiniyetli olmasıdır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı Kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın, sınırı aştığını bilmesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasaca korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyiniyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından iyi niyet üzerinde önemle durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir. Kural olarak iyiniyetin isbatı 14.2.1951 tarih 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait ise de iyiniyet sav .ve savunması defi olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulmalıdır. Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olupta zarar gören kimselerin taşınmaza elatıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyiniyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan sübjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır. (İcabı halin müsait bulunması) şeklinde açıklanan ikinci koşuldan ise imar durumuna göre infazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması, gibi hususlar anlaşılmalıdır.
Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki muhik bir tazminat ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile tecavüzlü kışımın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını isteyebilir. Ayrıca, iyiniyet savunmasının yukarda açıklanan niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi, ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil, gerektiğinde taşınmazının bir kısmım terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor almak suretiyle Medeni Kanunun 4, Borçlar Kanununun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yanının ve taşınmazların niteliğine göre, taşıtan yerin mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar vermelidir.
Öte yandan taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Bu durumda taşınmazların miras yoluyla veya temliken intikal etmesi halinde yeni maliklerde maddede belirtilen haklardan yararlanabildikleri gibi borçlardan da sorumlu tutulurlar.
Hal böyle olunca, öncelikle taşkın yapılanmanın iyi niyete dayanıp dayanmadığının açıkta saptanması, daha sonra yukarıdaki ilkeleri karşılar şekilde öteki koşulların araştırılması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir (1. HD. 5.7.2001, 7449/8356).
*Dava, imar çapına elatmanın önlenmesi ve kal isteğine ilişkindir. Mahkemece, elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, kal isteğinin reddine karar verilmiştir.
Ancak, bilindiği üzere, Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 619. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/e maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; Mahkemece yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, dava konusu binanın davalı tarafından imar uygulamasından önce, adına kayıtlı taşınmaz üzerine inşa edildiği; imar sonucu davacıya tahsis edilen 1010 ada 61 parselde kaldığı anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca binanın kaim değerinin mahkeme veznesine depo ettirilmesi, bundan sonra kal konusunda bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir (1.HD. 9.12.1999, 12913/13067).
*Satış yoluyla ortaklığın giderilmesi istenilen taşınmaz üzerinde bina, ağaç vesaire gibi muhdesat varsa bunlar MK. 619. maddesi uyarınca arzın mütemmim cüz-ü sayıldığından arzla birlikte satışına karar verilir. Ancak bunların bir kısım paydaşlara aidiyetine ilişkin tapuda şerh varsa veya bu hususta tüm paydaşlar ittifak ediyorsa o takdirde değerlere göre oran kurulması ve satış parasının bu oran esas alınarak dağıtılması gerekir.
Olayımızda: Dava konusu taşınmazın paydaşlarından Süleyman vekili taşınmaz üzerindeki binanın müvekkiline ait olduğunu beyan etmiştir. Ancak muhdesat konusunda tapuda herhangi bir şerh bulunmadığı gibi tüm paydaşların bu hususta ittifakı da yoktur. Bu durumda yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde satış parasının tüm paydaşlara aidiyetine karar verilmesi gerekirken bundan zühul olunarak oran kurulmak suretiyle satış parasının dağıtılmasına karar verilmesi hatalı olmuştur (6. HD. 3.11.1998, 9119/9195).
*Satış yoluyla ortaklığın giderilmesi istenilen taşınmaz üzerinde bina ağaç vesaire gibi muhtesat varsa bunlar MK. 619. maddesi uyarınca arzın mütemmim cüz-ü sayıldığından arzla birlikte satışına karar verilir. Ancak bunların bir kısım paydaşlara aidiyetine ilişkin tapuda şerh varsa veya bu hususta tüm paydaşlar ittifak ediyorsa o takdirde değerlere göre oran kurulması ve satış parasının bu oran esas alınarak dağıtılması gerekir. Oran kurulurken muhtesatın ve arzın dava tarihi itibariyle ayrı ayrı değeri takdir ettirilir, bu değerler toplanarak taşınmazın tüm değeri saptanır, bulunan tüm değer muhtesat bedeline ve arzın kıymetine ayrı ayrı oranlanarak yüzde itibariyle ne kadarının muhtesata ne kadarının arza isabet ettiği belirlenir. Satış bedelinin dağıtımında da bulunan bu yüzde nispetler göz önünde tutularak muhtesata isabet eden kısmın sadece muhtesat sahibine veya payları nispetinde sahiplerine arza isabet eden kısmında pay(arı oranında tüm paydaşlara verilmesi icap eder (6. HD. 12.10.1998, 8027/8208).
*Davacı, dava konusu taşınmazın tapuda davalılar adına kayıtlı olduğunu, ancak üzerindeki bir adet kuyu ile 380 adet ağacın kendisine ait bulunduğunu beyanla taşınmazın ve üzerindeki muhdesatın aynen taksiminin mümkün olmadığı takdirde satışını istemiştir.
Taşınmazın tapu kaydına 376 adet kavak, 4 adet elma ağacı ile bir adet kuyunun davacı Kazım'a ait olduğu ve bunun beyanlar sütununda gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu şekilde ağaçların ve kuyunun davacıya ait olduğunun beyanlar hanesinde belirtilmesi davacıya dava hakkı vermeyeceği gibi arsanın mütemmim cüz'i olması nedeniyle ondan ayrı olarak satılmaz. Bu itibarla dava hakkı bulunmadığından davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde taşınmazın satışına karar verilmesi hatalı olmuştur (6. HD. 6.10.1998, 7763/7935).
*Şikayetçi 3. şahıs, maliki bulundukları fabrikadaki makinalar üzerine dosya borçlusunun borcu için haciz koyduğunu; mahcuzların borçlu ile bir ilgisi bulunmadığını; buna yönelik şikayet ve itirazlarını ilgili mahkeme ve dairelerde ayrıca ileri süreceklerini; tapu kayıtlarında belirtilen, fabrikaya özgülenmiş mütemmim cüz ve teferruat niteliğindeki mallar üzerine konan haczin kaldırılmasını istemiştir. Bu istek bir istihkak iddiasını içermektedir. Mercide bu tür uyuşmazlıklar şikayet yolu ile çözülemez. Duruşma açılarak dava prosedürüne göre işin esasının incelenmesi gerekir. Mahcuzların kendilerine aidiyeti yönünde ilgili yerlere ayrıca başvurulacağının ayrık tutulması, bu isteğin inceleme yöntemini değiştiremez.Diğer taraftan, tapu sicili beyanlar hanesine yazılan menkullerle, hacze konu yapılan menkullerin aynı olup olmadığı; mutemmim cüz ve teferruatları bulunup bulunmadığı; üretime özgülenip özgülenmediği M.K. 619, 621 ve 777 maddeleri hükümleri çerçevesinde uzman kişilere yöntemince incelettirilmeden eksik inceleme ile evrak üzerinde yazılı şekilde karar verilmesi de doğru değildir (12. HD. 16.3.1998, 2508/3081).
*Borçlunun mercie başvurusu haczedilen makinaların teferruat olmayıp, mütemmim cüz olduğu, fabrikadan müstakilen haczedilemeyeceği şeklindedir. İstihkak davası niteliğinde değildir. Merciin, bilirkişi vasıtası ile inceleme yaparak hacze konu menkullerin teferruat mı, mütemmim cüz mü olduğunun tesbitiyle hasıl olacak sonuca göre bir karar vermesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir (12. HD. 4.3.1998, 1948/2600).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüzün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 619 maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Ne var ki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı İmar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmaz; bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; yapı tecavüzünün imar uygulaması sonucu ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda işlem yapılarak bir hüküm verilmesi gerekirken, yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazları yerindedir (1. HD. 7.7.1997, 8785/9721).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus M.K.nun 619. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6735 sayılı , vasanın 1605 sayılı yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki elan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı yasanın 3290 sayılı yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğince yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince Davalıya ait yapının bir kısmının davacının imar parselinde kaldığı sabittir. Ancak, bu kısmın yıkımı halinde taşkın olmayan bölümün işe yaramaz hale gelip gelmiyeceği başka bir anlatımla tecavüzlü bölümün yıkıldığı takdirde diğer kısmın islah suretiyle kullanılıp kullanılamıyacağı hususunda açıklık yoktur.
Hal böyle olunca, üç uzman bilirkişi aracılığıyla yeniden keşif yapılması, binanın 8 parselde kalan bölümünün taşkın kısmın yıkılması halinde, ayakta kalıp kalamıyacağı islah edilmek suretiyle kullanılıp kullanılmıyacağı islah edilemeyecek durumda ise binanın tüm bedelinin yatırılması tamir edilerek kullanılır durumda ise tamir bedelinin yıkılan kısım bedeline eklenerek depo ettirilmesi ve bundan sonra yıkıma karar verilmesi gerekirken yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı biçimde, hüküm kurulması doğru değildi (1. HD. 15.5.1997, 5787/6599).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus, MK.nun 619. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Ne varki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı İmar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse, kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; davalı, imardan önce paydaş olduğu kadastrol parsel üzerine yapılanmış ve imar ıslah uygulamasıyla binası davacıya ait imar parseline tecavüzlü hale gelmiştir. Bu durumda yukarıda değinilen ilkeler uyarınca tesbit edilecek bina bedelinin mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve bina bedelinin davalıya ödenmesi karşılığında yazılı olduğ4i üzere elatmanın önlenilmesi ve yıkıma ilişkin hüküm kurulması gerekir. Belirtilen içerikte ve nitelikte bir araştırma ve uygulama yapılmadan değinilen biçimde yıkım yoluyla elatmanın önlenilmesine karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazı yerindedir (1. HD. 22.1.1997,15721/600).
*Taşkın yapılarda, sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla yasa koyucu, Medeni Kanunun 648, 649, 650. maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş bu nedenle, 651. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre; "(Yanındaki arsaya tecavüz etmiş olan inşaat ve imalat bunları yapan kimsenin o arsa üzerinde ayni bir hakkı varsa, bunlar o kimsenin arsasının mütemmim cüzü olur ve tecavüz eden kısmı irtifak hakkı olmak üzere tapu siciline kaydedilir.
Bundan mutazarrır olan arsa sahibi muttali olduğu tarihten itibaren on beş gün içinde itiraz etmemiş ise inşaat hüsnüniyetle yapıldığı ve icabı hal müsait bulunduğu takdirde inşaatı yapan kimse muhik bir tazminat mukabilinde tecavüz ettiği mahal üzerinde kendisine ayni bir hak verilmesini veya o mahal mülkiyetinin kendisine aidiyetinin tanınmasını isteyebilir."
Görüldüğü üzere, taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 619, 644, 648. maddelerinde kabul edilen "üst toprağa bağlıdır" kuralına ayrıcalık getirilmiş, taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil ana yapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası (mütemmim cüzü) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.
Medeni Kanunun 651. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul, yapı malikinin iyi niyetli olması dır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı Kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan subjektif iyi niyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın, sınırı aştığını bilmesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasaca korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyi niyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından iyi niyet üzerinde önemle durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir. Kural olarak iyi niyetin ispatı 14.2.1951 tarih, 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait isede, iyi niyet say ve savunması def'i olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (re'sen) gözönünde tutulmalıdır. Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olup ta zarar gören kimselerin taşınmaza el atıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyi niyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan subjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır.
(İcabı halin müsait bulunması) şeklinde açıklanan ikinci koşuldan ise imar durumuna göre ifrazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması, gibi hususlar anlaşılmalıdır.
Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki muhik bir tazminat ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile tecavüzlü kısımın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını istiyebilir. Ayrıca, iyi niyet savunmasının yukarda açıklanan niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi, ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil, gerektiğinde taşınmazının bir kısmını terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor almak suretiyle Medeni Kanunun 4., Borçlar Kanununun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yapının ve taşınmazların niteliğine göre, taşılan yerine mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar verilmelidir.
Öte yandan, taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Bu durumda taşınmazların miras yoluyla veya temliken intikal etmesi halinde yeni maliklerde maddede belirtilen haklardan yararlanabildikleri gibi borçlardan da sorumlu tutulurlar.
Somut olaya gelince, yanlar çap komşusudur. Davalılara ait kargir apartmanının 42 m2. sinin davacıların çaplı yerine taşkın yapıldığı sabittir. Ne var ki, 3194 sayılı Yasanın 16. maddesi .uyarınca irtifak hakkı kurulması yönünden imarca bir sakınca olup olmadığı yerel belediyeden sorulmamıştır. Öte yandan, karşılık davanın açılış tarihindeki irtifak bedeli saptanıp o bedel üzerinden hüküm kurulması gerekirken, ilk davanın açıldığı tarihteki bedel üzenden karar verilmesi de doğru değildir. Davacı Bekir'in temyiz itirazları yerindedir (1. HD. 28.10.1997, 11678/13242).
I. TANIM:
Bölgesel töreye göre bir nesnenin temel ögesi olan, o nesne yok edilmedikçe veya parçalanmadıkça veya niteliği bozulmadıkça ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçalar, o nesnenin bütünleyici parçalarıdır (TMK. 619/c.2).
Tanımın unsurları:
a. Asıl şeyle mütemmim cüzüleri arasında, dıştan görülebilir bir bağlılık olmalıdır.
b. Bu bağlılık, asıl şey veya cüzü tahrip edilmeden veya değişikliğe uğratılmadan birbirinden ayrılmasının mümkün olmayacağı düzeyde olmalıdır.
c. Asıl şeyle mütemmim cüzü arasındaki bağlılık yalnız fiziki değil, aynı zamanda fonksiyoneldir. Şöyle ki, mütemmim cüz sayılan şey, asıl şeyden ayrıldığında, asıl şey fonksiyonunu önemli ölçüde yitirecekse, bunlar fiziki bakımından hiçbir hasar veya değişikliğe uğramasa bile, mütemmim cüz ilişkisi bulunduğu kabul edilmelidir,
Asıl şeyle bütünleyici parça işlevsel bir bütünlük arzetmelidir. İki şey arasındaki bağlılık, fiziki bakımından ne kadar sıkı olursa olsun, aralarında bu şekilde işlevsel bağ yoksa, bütünleyici parça ilişkisi doğmaz.
d. Bu bağlılık, < (dış-fiziki), (iç-işlevsel)> devamlı nitelikte olmalıdır.
e. Örnek:
- Bilirkişi raporunda haczedilen 4 adet pompanın sökülüp takılmasının mümkün olduğu, bunun her zaman gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir. Bu durumda adı geçen pompaların gayrimenkul tahrip ve tagyir edilmeden ondan ayrılması mümkün görülmekte bu durumu ile mütemmim cüz niteliğinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu pompalar söküldüğünde borçlunun daha sonra başka pompaları bunların yerine takması mümkün olduğuna göre memurlukça yapılan haciz işlemi yerindedir (12. HD. 4.5.2001, 6837/7774, Kaynak: YKD. Kasım 2001, sf.1717).
II. HUKUKİ SONUÇLAR:
a. Asıl şey üzerinde malik olan, onun bütünleyici parçalarına da malik olur (TMK. Md. 619).
b. Asıl şey üzerindeki ayni haklar (mülkiyet, ipotek v.b.) bütünleyici parçaları da kapsar.
c. Bütünleyici parça üzerinde daha önce mevcut olan ayni haklar sona erer.
d. Bütünleyici parça, asıl şeyden ayrı olarak temliki tasarrufa konu olamaz.
e. Bütünleyici parça asıl şeyden ayrılıp bağımsızlığını kazansa bile, eski malikin mülkiyetine dönmez veya üzerinde daha önce mevcut olan ayni haklar yeniden doğmaz.
f. Bütünleyici parçalar asıl şeyden ayrı olarak borçlandırıcı işlemlere konu olabilir.
YARGITAY KARARLARI
*Davacı, haricen satın aldığı, ancak kesin satışı yapılmadığı için üzerine tesçil yaptıramadığı traktöre taktırdığı traktör motoru üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiştir. Davacı, dava konusu hurdaya ayrılmış minibüstün çıkma motoru Reyhan Ltd. Şirketinden 5.9.2001 tarihinde noterde düzenlenen sözleşmeyle satın aldıktan sonra, borçlunun mülkiyetinde bulunan 67 NE 807 plaka sayılı traktöre taktırmış, bu traktöre 16.10.2001 tarihinde borçlunun borcundan dolayı tamirhanede fiilen haciz konulmuştur. Motor, traktöre takılınca onun bütünleyici parçası olmuştur. MK’nun 684/1 maddesi hükmüne göre “Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçasına da sahip olur.” Bir taşınır mal bütünleyici parça olunca o mal başkasının olsa bile üzerindeki mülkiyet hakkı düşer. Bütünleyici parça, birleştiği malın maliki bulunan kimsenin mülkiyetine girer. Bu nedenle, davacıya ait motor, borçluya ait traktöre takılınca, borçlunun mülkiyetine girdiğinden, motor üzerinde mülkiyet hakkı kalmayan üçüncü kişinin istihkak davası açma hakkı yoktur (HGK. 11.3.2003, 633/1927).
*Davacı üçüncü kişi; borçlu Sedat Peker’in borcundan dolayı haczedilen buğday mahsulünün bulunduğu taşınmazın kendisine ait olduğunu, arza malik olan kişinin üzerindeki şeye de malik olacağı ilkesi gereği, bu mahsulün de maliki olduğunu belirterek haczin kaldırılmasını istemiş, Merci’ce istem reddedilmiş ise de varılan sonuç usul ve yasaya uygun değildir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan MK’nun 684/1 fıkrasına göre “bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçasına da malik olur”, ve yine aynı Yasanın 685/1.fıkrasına göre “bir şeyin maliki, onun ürünlerinin de maliki olur.” Üçüncü fıkrasında ise “doğal ürünler asıl şeyden ayrılmayacak kadar onun bütünleyici parçasıdır.”
Somut olayda; dava konusu mahsulün bulunduğu taşınmaz Ceyhan Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 1998/343-225 sayılı kesinleşmiş kararı ile davacı adına tesçiline karar verilmiş, borçlu Sedat Peker’in taraf olduğu bu dava 22.12.1999’da kesinleşmiştir. Mahkemenin bu kararına rağmen, borçlu söz konusu taşınmaza müdahale ettiğinden bahisle, davacı üçüncü kişi elatmanın önlenmesi davası açmış, Ceyhan Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 2000/138-319 sayılı kesinleşmiş kararı ile de borçlunun elatmasının önlenmesine karar verilmiştir.
Davacı Osman Andırın’ın 28.5.2002 tarihinde haczedilen; buğday mahsulünün bulunduğu taşınmazın maliki olduğu, davalı borçlunun ise bu durumdan haberdar olmasına rağmen; bilerek borçluya ait taşınmaz üzerinde ekim yaptığı ve iyi niyetli olmadığı sabittir. Bu nedenlerle; borçlunun, iyi niyetli ürün sahibinin haklarından yararlanamayacağı açıktır. Arzın maliki olan davacı üçüncü kişinin üzerindeki ürünün de sahibi olacağından, davanın kabulü yerine reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir (HGK.5.5.2003,1497/4235).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüzün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 684. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz, işte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olayda, çekişme konusu olan ihata duvarının imar öncesi inşa edildiği anlaşılmaktadır. Esasen bu husus davacının da kabulündedir. Bunun yanısıra bir kısım ağaçların yaşları itibariyle imar öncesinde mevcut oldukları sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca; duvarın ve imar öncesinde mevcut olan ağaçların değerlerinin saptanması ve yukarıdaki ilkelere göre bir hüküm kurulması gerekirken mutlak şekilde elatmanın önlenilmesi ve yıkıma karar verilmesi doğru değildir (1. HD. 13.2.2002, 1210/1757).
*Alacaklının talebi üzerine borçlu, şirkete ait petrol istasyonundaki 4 adet opet marka, numaraları ve diğer özellikleri haciz zabtında yazılı akaryakıt pompalarına memurlukça haciz konulmuştur. Borçlu süresinde merciye verdiği şikayet dilekçesinde haczedilen bu pompaların petrol istasyonunun mütemmim cüzü olduğundan bahisle konulan haczin kaldırılmasını istemiştir. Türk Medeni Kanununun 619. maddesinde nelerin mütemmim cüz olduğu açıklanmıştır. Madde hükmüne göre "mahalli örfe göre bir şeyin esaslı bir unsurunu teşkil eden o şeyin telef veya tahrip yahut tağyir edilmedikçe ondan ayrılması kabil olmayan cüz'ler, o şeyin mütemmim cüz'leridir" hükmünü getirmiştir. Tetkik konusu olayda bilirkişiler dosya içerisinde mevcut olan 12.2.2001 tarihli raporlarının ikinci maddesinde haczedilen 4 adet pompanın kaideten sökme takma işleminin mümkün olduğunu, bunun her zaman gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir. Bu durumda adı geçen pompaların gayri-menkul tahrip ve tağyir edilmeden ondan ayrılması mümkün görülmekte ve bu durumu ile mütemmim cüzü niteliğinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu pompalar söküldüğünde borçlunun daha sonra başka pompaları bunların yerine takması mümkün olduğuna göre memurlukça yapılan haciz işlemi yerinde olup, bilirkişilerin açıklamaları ile sonucu çelişkili olan raporu esas alınarak hüküm tesisi doğru değildir. Şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir (12. HD.4.5.2001,6837/7774).
*Dava, çaplı taşınmaza taşkın inşaat nedeniyle elatmanın önlenmesi ve yıkım (kal) isteğine ilişkindir. Davalılar Medeni Yasanın 650 ve 651. maddelerinin dikkate alınmasını ve davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece elatmanın önlenilmesi davasının reddine, Medeni Kanunun 651. maddesine dayalı isteğine kabulüne, 47 m2 lik taşkın kısım için saptanan 5.640.000.000 liranın davalılardan alınarak davacıya verilmesine ifraz ve tescile karar verilmiştir.
Ancak, yapılan soruşturma ve araştırma hükme yeterli değildir.
Bilindiği üzere; taşkın yapılarda, sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla Yasa Koyucu Medeni Kanunun 648, 649, 650. maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş bu nedenle 651. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre; "(Yanındaki arsaya tecavüz etmiş olan inşaat ve imalat bunları yapan kimsenin o arsa üzerinde ayni bir hakkı varsa, bunlar o kimsenin arsasının mütemmim cüz'ü olur ve tecavüz eden kısmı irtifak hakkı olmak üzere tapu siciline kaydedilir.
Bunlardan mutazarrır olan arsa sahibi muttali olduğu tarihten itibaren onbeşgün içinde itiraz etmemiş ise inşaat hüsnüniyetle yapıldığı ve icabi hal müsait bulunduğu taktirde inşaatı yapan kimse muhik bir tazminat mukabilinde tecavüz ettiği mahal üzerinde kendisine ayni bir hak verilmesini veya o mahal mülkiyetinin kendisine aidiyetinin tanınmasını isteyebilir."
Görüldüğü üzere taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 619, 644, 648. maddelerinde kabul edilen "üst toprağa bağlıdır" kuralına ayrıcalık getirilmiş taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil, anayapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası (mütemmim cüz'ü) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması, arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.
Medeni Kanunun 651. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul yapı malikinin iyiniyetli olmasıdır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı Kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın, sınırı aştığını bilmesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasaca korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyiniyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından iyi niyet üzerinde önemle durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir. Kural olarak iyiniyetin isbatı 14.2.1951 tarih 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait ise de iyiniyet sav .ve savunması defi olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulmalıdır. Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olupta zarar gören kimselerin taşınmaza elatıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyiniyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan sübjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır. (İcabı halin müsait bulunması) şeklinde açıklanan ikinci koşuldan ise imar durumuna göre infazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması, gibi hususlar anlaşılmalıdır.
Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki muhik bir tazminat ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile tecavüzlü kışımın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını isteyebilir. Ayrıca, iyiniyet savunmasının yukarda açıklanan niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi, ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil, gerektiğinde taşınmazının bir kısmım terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor almak suretiyle Medeni Kanunun 4, Borçlar Kanununun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yanının ve taşınmazların niteliğine göre, taşıtan yerin mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar vermelidir.
Öte yandan taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Bu durumda taşınmazların miras yoluyla veya temliken intikal etmesi halinde yeni maliklerde maddede belirtilen haklardan yararlanabildikleri gibi borçlardan da sorumlu tutulurlar.
Hal böyle olunca, öncelikle taşkın yapılanmanın iyi niyete dayanıp dayanmadığının açıkta saptanması, daha sonra yukarıdaki ilkeleri karşılar şekilde öteki koşulların araştırılması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir (1. HD. 5.7.2001, 7449/8356).
*Dava, imar çapına elatmanın önlenmesi ve kal isteğine ilişkindir. Mahkemece, elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, kal isteğinin reddine karar verilmiştir.
Ancak, bilindiği üzere, Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 619. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/e maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; Mahkemece yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, dava konusu binanın davalı tarafından imar uygulamasından önce, adına kayıtlı taşınmaz üzerine inşa edildiği; imar sonucu davacıya tahsis edilen 1010 ada 61 parselde kaldığı anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca binanın kaim değerinin mahkeme veznesine depo ettirilmesi, bundan sonra kal konusunda bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir (1.HD. 9.12.1999, 12913/13067).
*Satış yoluyla ortaklığın giderilmesi istenilen taşınmaz üzerinde bina, ağaç vesaire gibi muhdesat varsa bunlar MK. 619. maddesi uyarınca arzın mütemmim cüz-ü sayıldığından arzla birlikte satışına karar verilir. Ancak bunların bir kısım paydaşlara aidiyetine ilişkin tapuda şerh varsa veya bu hususta tüm paydaşlar ittifak ediyorsa o takdirde değerlere göre oran kurulması ve satış parasının bu oran esas alınarak dağıtılması gerekir.
Olayımızda: Dava konusu taşınmazın paydaşlarından Süleyman vekili taşınmaz üzerindeki binanın müvekkiline ait olduğunu beyan etmiştir. Ancak muhdesat konusunda tapuda herhangi bir şerh bulunmadığı gibi tüm paydaşların bu hususta ittifakı da yoktur. Bu durumda yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde satış parasının tüm paydaşlara aidiyetine karar verilmesi gerekirken bundan zühul olunarak oran kurulmak suretiyle satış parasının dağıtılmasına karar verilmesi hatalı olmuştur (6. HD. 3.11.1998, 9119/9195).
*Satış yoluyla ortaklığın giderilmesi istenilen taşınmaz üzerinde bina ağaç vesaire gibi muhtesat varsa bunlar MK. 619. maddesi uyarınca arzın mütemmim cüz-ü sayıldığından arzla birlikte satışına karar verilir. Ancak bunların bir kısım paydaşlara aidiyetine ilişkin tapuda şerh varsa veya bu hususta tüm paydaşlar ittifak ediyorsa o takdirde değerlere göre oran kurulması ve satış parasının bu oran esas alınarak dağıtılması gerekir. Oran kurulurken muhtesatın ve arzın dava tarihi itibariyle ayrı ayrı değeri takdir ettirilir, bu değerler toplanarak taşınmazın tüm değeri saptanır, bulunan tüm değer muhtesat bedeline ve arzın kıymetine ayrı ayrı oranlanarak yüzde itibariyle ne kadarının muhtesata ne kadarının arza isabet ettiği belirlenir. Satış bedelinin dağıtımında da bulunan bu yüzde nispetler göz önünde tutularak muhtesata isabet eden kısmın sadece muhtesat sahibine veya payları nispetinde sahiplerine arza isabet eden kısmında pay(arı oranında tüm paydaşlara verilmesi icap eder (6. HD. 12.10.1998, 8027/8208).
*Davacı, dava konusu taşınmazın tapuda davalılar adına kayıtlı olduğunu, ancak üzerindeki bir adet kuyu ile 380 adet ağacın kendisine ait bulunduğunu beyanla taşınmazın ve üzerindeki muhdesatın aynen taksiminin mümkün olmadığı takdirde satışını istemiştir.
Taşınmazın tapu kaydına 376 adet kavak, 4 adet elma ağacı ile bir adet kuyunun davacı Kazım'a ait olduğu ve bunun beyanlar sütununda gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu şekilde ağaçların ve kuyunun davacıya ait olduğunun beyanlar hanesinde belirtilmesi davacıya dava hakkı vermeyeceği gibi arsanın mütemmim cüz'i olması nedeniyle ondan ayrı olarak satılmaz. Bu itibarla dava hakkı bulunmadığından davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde taşınmazın satışına karar verilmesi hatalı olmuştur (6. HD. 6.10.1998, 7763/7935).
*Şikayetçi 3. şahıs, maliki bulundukları fabrikadaki makinalar üzerine dosya borçlusunun borcu için haciz koyduğunu; mahcuzların borçlu ile bir ilgisi bulunmadığını; buna yönelik şikayet ve itirazlarını ilgili mahkeme ve dairelerde ayrıca ileri süreceklerini; tapu kayıtlarında belirtilen, fabrikaya özgülenmiş mütemmim cüz ve teferruat niteliğindeki mallar üzerine konan haczin kaldırılmasını istemiştir. Bu istek bir istihkak iddiasını içermektedir. Mercide bu tür uyuşmazlıklar şikayet yolu ile çözülemez. Duruşma açılarak dava prosedürüne göre işin esasının incelenmesi gerekir. Mahcuzların kendilerine aidiyeti yönünde ilgili yerlere ayrıca başvurulacağının ayrık tutulması, bu isteğin inceleme yöntemini değiştiremez.Diğer taraftan, tapu sicili beyanlar hanesine yazılan menkullerle, hacze konu yapılan menkullerin aynı olup olmadığı; mutemmim cüz ve teferruatları bulunup bulunmadığı; üretime özgülenip özgülenmediği M.K. 619, 621 ve 777 maddeleri hükümleri çerçevesinde uzman kişilere yöntemince incelettirilmeden eksik inceleme ile evrak üzerinde yazılı şekilde karar verilmesi de doğru değildir (12. HD. 16.3.1998, 2508/3081).
*Borçlunun mercie başvurusu haczedilen makinaların teferruat olmayıp, mütemmim cüz olduğu, fabrikadan müstakilen haczedilemeyeceği şeklindedir. İstihkak davası niteliğinde değildir. Merciin, bilirkişi vasıtası ile inceleme yaparak hacze konu menkullerin teferruat mı, mütemmim cüz mü olduğunun tesbitiyle hasıl olacak sonuca göre bir karar vermesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir (12. HD. 4.3.1998, 1948/2600).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüzün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus MK.nun 619 maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Ne var ki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı İmar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmaz; bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; yapı tecavüzünün imar uygulaması sonucu ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda işlem yapılarak bir hüküm verilmesi gerekirken, yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazları yerindedir (1. HD. 7.7.1997, 8785/9721).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus M.K.nun 619. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Nevarki, yürürlükten kalkmış olan 6735 sayılı , vasanın 1605 sayılı yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı imar yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki elan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı yasanın 3290 sayılı yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğince yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince Davalıya ait yapının bir kısmının davacının imar parselinde kaldığı sabittir. Ancak, bu kısmın yıkımı halinde taşkın olmayan bölümün işe yaramaz hale gelip gelmiyeceği başka bir anlatımla tecavüzlü bölümün yıkıldığı takdirde diğer kısmın islah suretiyle kullanılıp kullanılamıyacağı hususunda açıklık yoktur.
Hal böyle olunca, üç uzman bilirkişi aracılığıyla yeniden keşif yapılması, binanın 8 parselde kalan bölümünün taşkın kısmın yıkılması halinde, ayakta kalıp kalamıyacağı islah edilmek suretiyle kullanılıp kullanılmıyacağı islah edilemeyecek durumda ise binanın tüm bedelinin yatırılması tamir edilerek kullanılır durumda ise tamir bedelinin yıkılan kısım bedeline eklenerek depo ettirilmesi ve bundan sonra yıkıma karar verilmesi gerekirken yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı biçimde, hüküm kurulması doğru değildi (1. HD. 15.5.1997, 5787/6599).
*Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz'ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus, MK.nun 619. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Ne varki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı Yasanın 1605 sayılı Yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3194 sayılı İmar Yasasının 18. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten bir kimse, kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olaya gelince; davalı, imardan önce paydaş olduğu kadastrol parsel üzerine yapılanmış ve imar ıslah uygulamasıyla binası davacıya ait imar parseline tecavüzlü hale gelmiştir. Bu durumda yukarıda değinilen ilkeler uyarınca tesbit edilecek bina bedelinin mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve bina bedelinin davalıya ödenmesi karşılığında yazılı olduğ4i üzere elatmanın önlenilmesi ve yıkıma ilişkin hüküm kurulması gerekir. Belirtilen içerikte ve nitelikte bir araştırma ve uygulama yapılmadan değinilen biçimde yıkım yoluyla elatmanın önlenilmesine karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazı yerindedir (1. HD. 22.1.1997,15721/600).
*Taşkın yapılarda, sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla yasa koyucu, Medeni Kanunun 648, 649, 650. maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş bu nedenle, 651. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre; "(Yanındaki arsaya tecavüz etmiş olan inşaat ve imalat bunları yapan kimsenin o arsa üzerinde ayni bir hakkı varsa, bunlar o kimsenin arsasının mütemmim cüzü olur ve tecavüz eden kısmı irtifak hakkı olmak üzere tapu siciline kaydedilir.
Bundan mutazarrır olan arsa sahibi muttali olduğu tarihten itibaren on beş gün içinde itiraz etmemiş ise inşaat hüsnüniyetle yapıldığı ve icabı hal müsait bulunduğu takdirde inşaatı yapan kimse muhik bir tazminat mukabilinde tecavüz ettiği mahal üzerinde kendisine ayni bir hak verilmesini veya o mahal mülkiyetinin kendisine aidiyetinin tanınmasını isteyebilir."
Görüldüğü üzere, taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 619, 644, 648. maddelerinde kabul edilen "üst toprağa bağlıdır" kuralına ayrıcalık getirilmiş, taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil ana yapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası (mütemmim cüzü) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.
Medeni Kanunun 651. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul, yapı malikinin iyi niyetli olması dır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı Kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan subjektif iyi niyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın, sınırı aştığını bilmesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasaca korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyi niyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından iyi niyet üzerinde önemle durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir. Kural olarak iyi niyetin ispatı 14.2.1951 tarih, 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait isede, iyi niyet say ve savunması def'i olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (re'sen) gözönünde tutulmalıdır. Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olup ta zarar gören kimselerin taşınmaza el atıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyi niyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan subjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır.
(İcabı halin müsait bulunması) şeklinde açıklanan ikinci koşuldan ise imar durumuna göre ifrazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması, gibi hususlar anlaşılmalıdır.
Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki muhik bir tazminat ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile tecavüzlü kısımın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını istiyebilir. Ayrıca, iyi niyet savunmasının yukarda açıklanan niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi, ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil, gerektiğinde taşınmazının bir kısmını terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor almak suretiyle Medeni Kanunun 4., Borçlar Kanununun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yapının ve taşınmazların niteliğine göre, taşılan yerine mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar verilmelidir.
Öte yandan, taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Bu durumda taşınmazların miras yoluyla veya temliken intikal etmesi halinde yeni maliklerde maddede belirtilen haklardan yararlanabildikleri gibi borçlardan da sorumlu tutulurlar.
Somut olaya gelince, yanlar çap komşusudur. Davalılara ait kargir apartmanının 42 m2. sinin davacıların çaplı yerine taşkın yapıldığı sabittir. Ne var ki, 3194 sayılı Yasanın 16. maddesi .uyarınca irtifak hakkı kurulması yönünden imarca bir sakınca olup olmadığı yerel belediyeden sorulmamıştır. Öte yandan, karşılık davanın açılış tarihindeki irtifak bedeli saptanıp o bedel üzerinden hüküm kurulması gerekirken, ilk davanın açıldığı tarihteki bedel üzenden karar verilmesi de doğru değildir. Davacı Bekir'in temyiz itirazları yerindedir (1. HD. 28.10.1997, 11678/13242).