Tasfiye ve İflas Hallerinde Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu
Gönderilme zamanı: 27 Kas 2021, 02:05
I- GİRİŞ
Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Vergi kanunlarında ve ilgili kanunlarda tasfiye ve iflas durumundaki sorumluluk halleri inceleme konusu yapılmıştır.
Vergi devletin kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla egemenlik gücüne dayanarak kişi ve kurumlardan cebri olarak topladığı direkt olarak bir karşılığı olmayan parasal yükümlülüklerdir. Vergi ödevini düzenleyen anayasanın 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.” ifadesiyle birey ve devlet arasındaki vergi ilişkisinin ana çerçevesi ortaya konmuştur. Vergi sorumluluğuna ilişkin olarak ise Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesinde “Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden gerçek veya tüzelkişidir. Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Vergi kanunlarıyla kabul edilen haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukaveleler vergi dairelerini bağlamaz. Bu kanunun müteakip maddelerinde geçen "mükellef" tabiri vergi sorumlularına da şamildir.” hükmü ile sorumluluktan bahsedilmiştir. Verginin asıl borçlusu, o verginin mükellefidir. Devlet vergi alacağını garanti altına almak ve tahsilâtı belli bir düzene bağlamak amacıyla, vergi mükellefi ile iktisadi veya hukuki ilişki içinde olan üçüncü kişi veya kurumları da mükellef ile birlikte veya onun yerine vergi borcunun ödenmesinden sorumlu tutmuştur(1). Bunu sağlayabilmek için, vergi sorumluluğu müessesesini geliştirmiştir.
II- TASFİYE VE İFLAS DURUMUNDA SORUMLULUK
İflas yolu ile takip, ancak Ticaret Kanunu gereğince tacir sayılan veya tacirler hakkındaki hükümlere tabi bulunanlar ile özel kanunlarına göre tacir olmadıkları halde iflasa tabi bulundukları bildirilen hakiki veya hükmi şahıslar hakkında yapılır. Ticaret mahkemesince borçlunun iflasına karar verdiği an iflas açılmış olur. İflasın açıldığı derhal iflas dairesine bildirilir. İflasın açılması ile birlikte müflisin tüm malları iflas masasına geçer. Borçlunun müeccel borçları muaccel hale gelir. İflas idaresi, iflas masasının kanuni temsilcisidir ve masanın yönetilmesi ve tasfiyesini yürütmekle görevlidir. Bu dönemde mükellef kurumun yerine getirmesi gereken bütün vergisel yükümlülüklerin kanuni temsilci durumundaki tasfiye memurlarınca yerine getirilmesi gerekir.
Ticaret şirketlerinin iflasından 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 437. maddesinde, “İflas halinde tasfiye iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Şirket organları temsil salahiyetlerini ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için muhafaza ederler.” hükmü ile bahsedilmiştir. 6102 sayılı Kanun’un 534. maddesi, “(1) İflas halinde tasfiye iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Şirket organları temsil yetkilerini ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için korurlar.” hükmü ile aynı şekilde korunmuştur. Yukarıdaki hüküm ile iflas durumunda sorumluğun iflas idaresinde olduğu belirtilmiş olup bu durumda normal dönemlerde kanuni temsilcilere düşen ödevler iflas idaresi tarafından yerine getirilir.
Ticaret şirketlerinin tasfiye olmasından 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 439. maddesinde, “Şirketin diğer bir şirketle birleşmesi, bir limited şirket şekline çevrilmesi veya bir amme hükmi şahsı tarafından devralınması halleri hariç olmak üzere, infisah eden şirket tasfiye haline girer. Tasfiye haline giren şirket, pay sahipleriyle olan münasebetlerinde dahi, tasfiye sonuna kadar ve ehliyeti, 232. madde hükmü mahfuz olmak kaydıyla tasfiye gayesiyle mahdut olarak hükmi şahsiyetini muhafaza ve ticaret unvanını (tasfiye halinde) ibaresini ilave suretiyle kullanmakta devam eder.” hükmü ile tasfiyenin tanımı yapılmıştır. 6102 sayılı Kanun’un 533. maddesi, “(1) Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanun’daki istisnalar saklıdır. (2) Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını “tasfiye hâlinde” ibaresi eklenmiş olarak kullanır. Bu hâlde organlarının yetkileri tasfiye amacıyla sınırlıdır.” ifadesiyle tasfiye halinde tüzel kişiliğin faaliyetlerinin tasfiye amacıyla sınırlı olduğu belirtilmiştir. Tasfiye dönemlerinde tasfiyeye giren tüzel kişilerin amacı olağan bir şekilde ticari hayata devam etmek değil tasfiyenin yapılabilmesi için gerekli olan adımları atmaktır. Özetle şirket varlıklarını paraya çevirip alacakları tahsil ederek şirket borçlarını ödemek ve kalan olursa bunu hisseleri oranında ortaklara dağıtmaktır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun şirket veya kooperatifler hakkında yanlış bilgi başlığını taşıyan 164.cü maddesinde ’’Bir şirket veya kooperatifin kurucu, ortak, idareci, müdür veya temsilcileri veya yönetim veya denetim kurulu üyeleri veya tasfiye memuru sıfatını taşıyanlar, kamuya yaptıkları beyanlarda veya genel kurula sundukları raporlarda veya önerilerde ilgililerin zarara uğramasına neden olabilecek nitelikte gerçeğe aykırı önemli bilgiler verecek veya verdirtecek olurlarsa altı aydan üç yıla kadar hapis veya bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.” hükmü ile ceza sorumluluğu getirilmiştir.
A- 213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU’NA GÖRE SORUMLULUK
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Kanuni Temsilcilerin Ödevi” başlıklı 10. maddesinde, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzelkişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir. Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanunî ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye’de bulunmayan mükelleflerin Türkiye’deki temsilcileri hakkında da uygulanır. Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.” hükmü bulunmaktadır. Maddeye göre tüzel kişilerin vergi mükellefi ve sorumlusu olmaları durumunda, bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, kanuni temsilcilerin bu ödevleri yerine getirmemesinden dolayı mükellefler ve sorumluların varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni ödevlerini yerine getirmeyenlerin varlığından alınacağı hükme bağlanmıştır(2). Konuya ilişkin olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri 1998 karar yılı 397 karar numarası ile verdiği karar özetinde fiilen şirketten tahsil imkânı kalmadığı anlaşılan vergi borçlarının Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi gereğince yönetim kurulu üyelerinden tahsili için düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında karar vermiştir.
Vergi Usul Kanunu’nun 333. maddesi, “Tüzel kişilerin idare ve tasfiyesinde Vergi Kanunu’na aykırı hareketlerden tevellüt edecek vergi cezaları tüzel kişiler adına kesilir. Tüzel kişilerin kanuni temsilcilerinin vergi sorumluluğu hakkında bu Kanun’un 10. maddesi hükmü vergi cezaları hakkında da uygulanır. Bu Kanun’un 359. maddesinde yazılı fiillerin işlenmesi halinde bu fiiller için 359 ve 360. maddelerde öngörülen cezalar bu fiilleri işleyenler hakkında hükmolunur.” fıkra hükmünde ise, bu esasın vergi cezaları içinde geçerli olacağı belirtilmiştir.
Vergi Usul Kanunu’na göre tasfiye ve iflas, işi bırakma olarak kabul edilir(3). Ticaret şirketlerinin tasfiye haline girmesiyle şirket ortak ve yöneticilerinin tasarruf yetkisi ortadan kalkar. Şirket tasfiye ile sınırlı olarak faaliyetlerini yürütür. Bu faaliyetler tasfiye memurları tarafından yürütülür. Konu ile ilgili olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri 2008 karar yılı 223 karar numarası ile verdiği karar özetinde münfesih sayılan ve tasfiyesine başlanmayan limited şirketlerin tüzel kişiliğinin, Türk Ticaret Kanunu’nun 439. maddesine göre devam etmesi nedeniyle, kanuni temsilci tarafından açılan davanın şirket adına ve şirketi temsilen açıldığının kabulü gerekeceğinden, davanın ehliyetsizlik nedeniyle reddine ilişkin ısrar kararında, hukuka uygunluk bulunmadığı hakkında karar vermiştir. Yine aynı konuda Danıştay 4. Dairesi’nin 1999 karar yılı 4447 karar numarası ile verdiği karar özetinde “iflas halindeki mükellef kurumun, iflas idaresi henüz oluşturulmadığından şirket adına yapılan tarhiyata karşı, eski kanuni temsilcilerin dava açma ehliyetleri vardır.” kararıyla dönemler itibariyle sorumluluğun farklılaşabildiği de görülmektedir. Danıştay 11. Dairesi’nin 1999 karar yılı 3150 karar numarası ile verdiği karar özetinde “Tasfiye memuru, uzlaşma talebinde bulunmaya ve uzlaşma tutanağını imzalamaya yetkilidir.” olarak hüküm verilmiştir.
Aynı Kanun’un 162. maddesinde; tasfiye ve iflas hallerinde, mükellefiyetin vergi ile ilgili muamelelerin tamamen sona ermesine kadar devam edeceği ve bu hallerde tasfiye memurları veya iflas idaresinin;
1- Tasfiye veya iflas kararlarını
2- Tasfiyenin veya iflasın kapandığını
vergi dairesine ayrı ayrı bildirmeye mecbur oldukları belirtilmiştir.
Tasfiye ve iflas hallerinde, mükellefiyet vergi ile ilgili işlemlerin tamamen sona ermesine kadar devam eder. Kurumların iflas sürecinde yerine getirmesi gereken işlemlerden dolayı iflas daireleri sorumludur. Kurumların tasfiyesi yetkili organlarca görevlendirilen veya ana sözleşme veya kanunlar uyarınca sorumlu olan tasfiye memuru tarafından yürütülür.
Tasfiye halinde, tasfiye kararının ve tasfiyenin kapandığının vergi dairesine tasfiye memuru tarafından bildirilmesi gerekmektedir. İflas halinde ise iflas kararının ve iflasın kapandığının vergi dairesine iflas daireleri tarafından bildirilmesi gerekmektedir. Tasfiye memurları tasfiyeye giriş durumunu vergi dairesine bildirirken kendilerine ulaşılabilecek adreslerini, telefonlarını ve e-Posta adreslerini de bildirmeleri gerekir.
B- 5520 SAYILI KURUMLAR VERGİSİ KANUNU’NA GÖRE SORUMLULUK
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17/1. maddesinde tasfiye, “Tasfiye, kurumun tasfiyeye girmesine ilişkin genel kurul kararının tescil edildiği tarihte başlar ve tasfiye kararının tescil edildiği tarihte sona erer. Başlangıç tarihinden aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı ve tasfiyenin sona erdiği dönem için ilgili takvim yılı başından tasfiyenin bitiş tarihine kadar olan dönem bağımsız bir tasfiye dönemi sayılır.” şekliyle ifade edilmiştir.
Tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerinde vergi sorumlusunun belirlenmesinde 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra uygulamada tereddütler oluşmuş bunun üzerine 5904 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 03.07.2009 tarihinde yürürlüğe giren 17/9. maddesi eklenmiştir. Maddede tasfiye memurlarının sorumluluğu “Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin olarak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezalar, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket ortakları, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olurlar. Şu kadar ki, bu fıkra uyarınca tasfiye memurlarının sorumluluğu, tasfiye sonucu dağıtılan tutarla sınırlıdır.” hükmü ile belirlenmiştir.
Tasfiye kapandıktan sonra tüzel kişiliği ortadan kalkan kurumlar için;
- Tasfiye döneminden önceki yıllara ilişkin tarhiyatların kanuni temsilciler adına,
- Tasfiye dönemi ile ilgili tarhiyatların ise tasfiye memurları adına tarh edilmesi
gerekmektedir. Tasfiye kapanmadan önce yapılacak tarhiyatlar tüzel kişiler adına yapılır. Tasfiye döneminde yapılacak olan tebligatlar şirketin mevcut temsilcisi durumunda bulunan iflas idaresine yapılır. Konuyla ilgili olarak Danıştay 4. Dairesi 07.04.2004 tarihinde 2004 karar yılı 686 karar numarası ile verdiği kararda iflas halinde olan kurumlarda tebligatın iflas idaresine yapılması gerektiği hakkında karar vermiştir. Limited şirket ortaklarının şirkete sorumluluğu şirkete koydukları sermaye tutarı ile değil hisseleri oranında borcun tamamından sorumlu oldukları unutulmamalıdır.
Yukarıdaki mevzuat ve açıklamalara göre, iflasına karar verilen şirketler tasfiyeye girmiş kabul edileceğinden, iflası kapanmış ve tüzel kişiliği ortadan kalkmış şirketlere ilişkin yapılacak tarhiyatlarda 5520 sayılı Kanun’un 17. maddesinin 9. fıkrası hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17/7. maddesinde tasfiye memurlarının sorumluluğu “Tasfiye memurları, kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergiler ve diğer itirazlı tarhiyatlar için, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 207. maddesine uygun bir karşılık ayırmadan aynı Kanun’un 206. maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar. Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamları ile vergi cezalarından şahsen ve müteselsilen sorumlu olurlar.
a) Yukarıda belirtilen vergiler ile sekizinci fıkra uyarınca tasfiye işlemlerinin incelenmesi sonucu tarh edilecek vergilerin asılları ve zamları, tasfiye sırasında dağıtım, devir, iade veya satış gibi yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan ya da tasfiye kalanı üzerinden kendisine paylaştırma yapılan ortaklardan da aranabilir. Ortaklardan tahsil edilmiş olan vergi asılları için ayrıca tasfiye memurlarına başvurulmaz.
b) Tasfiye memurları, bu madde gereğince ödedikleri vergilerin asıllarından dolayı, yukarıda belirtilen yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan veya tasfiye kalanından pay alan ortaklara ya da ortakların aldıkları bu değerler vergileri karşılamaya yetmezse İcra ve İflas Kanunu’nun 207. maddesine uygun oranlar dâhilinde aynı Kanun’un 206. maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklarını tamamen veya kısmen tahsil eden alacaklılara rücu edebilirler.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereği tasfiye memurları tasfiyeyle ilgili işlemlerin muhatabı olmaktan ve tasfiye beyannamelerini bağlı bulunulan vergi dairesine vermekten dolayı sorumludurlar.
Tasfiye memurları tarafından tasfiye dolayısıyla verilecek beyannamelerde bazı hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.
Tasfiyeye giriş tarihi itibariyle, her hesap dönemi bir tasfiye dönemini ifade eder.
Tasfiyeye giren şirket, ticaret unvanının başına “Tasfiye Halinde” ibaresini eklemek zorundadır.
Tasfiye beyannamelerine, bilanço ile gelir tablosu ve tasfiye bilançosuna göre ortaklara dağıtılan paralarla diğer değerlerin ayrıntılarını gösteren bir listenin eklenmesi gerekmektedir.
Tasfiye dolayısıyla verilecek beyannameler tasfiye memurları tarafından tasfiye döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın 1. gününden 25. günü akşamına kadar kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilir.
Tasfiye dönemi içinde tasfiye sonuçlanmamışsa, bu son döneme ait tasfiye beyannamesi tasfiyenin sonuçlandığı tarihten itibaren 30 gün içinde kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilecektir.
Kurumların katma değer vergisi mükellefiyetleri normal faaliyet dönemlerinde olduğu gibi tasfiye dönemleri dâhil tasfiye sonuçlanıncaya kadarki dönemde de devam eder.
Tasfiye halindeki kurumun gelir vergisi tevkifatıyla ilgili sorumluluğu devam ettiğinden, tasfiye döneminde de tevkif edilen vergisinin olması halinde muhtasar beyanname ile beyan etmeye devam eder.
Tasfiye halindeki kurum, bu dönem süresince geçici vergi beyannamesi vermez.
Tasfiye edilen kurumlar adına, tasfiye kârı üzerinden hesaplanan vergiler, tasfiye beyannamesi verme süresi olan tasfiye döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden 25. günü akşamına kadar bağlı bulunulan vergi dairesine yatırılmalıdır.
Tasfiyenin başladığı tarih ve bu tarih ile aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönemin ve bu dönemden sonraki her takvim yılının ayrı bir dönem kabul edilmesi nedeniyle, her tasfiye dönemine ait kanuni defterlerin tasdiki zorunludur.
C- 6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUN’A GÖRE SORUMLULUK
6183 sayılı Kanun’un 22. maddesi “Amme alacağını borçlusundan kesip tahsil dairesine ödemek mecburiyetinde olan hakiki ve hükmi şahıslar, bu vazifelerini kanunlarında veya bu kanunda belli edilen zamanlarda yerine getirmedikleri takdirde, ödenmeyen alacak bu hakiki ve hükmi şahıslardan bu kanun hükümlerine göre tahsil olunur.” hükmü ile sorumluların üzerlerine düşen ödeme yükümlülüğünü yerine getirmedikleri takdirde sorumlulardan borcun tahsiline gidileceği hüküm altına alınarak amme alacağı koruma altına alınmıştır.
6183 sayılı Kanun’un 32. maddesi “Hükmi şahısların, tasfiyesinde bunların borçlu bulundukları amme alacaklarını ödeme ve bu kanun hükümlerinin tatbiki ile ilgili vecibeleri tasfiye memurlarına, hükmi şahsiyeti olmayan ortaklıklarla yabancı kurumların Türkiye'deki şube, ajans ve mümessilliklerinin tasfiyesinde bunların vecibeleri tasfiyeyi yürütenlere geçer.” hükmü ile tasfiye durumunda amme borcunu ödemek zorunda olanlar belirtilmiştir. Konu il ilgili olarak Danıştay 7. Dairesi 1998 karar yılı 2972 karar numarası ile verdiği karar özetinde “iflasına karar verilen bankanın vergi borçlarının, iflas masasından talep edilmesi gerekeceği” yönünde karar vermiştir.
6183 sayılı Kanun’un 33. maddesi “Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, tasfiyenin başladığını üç gün içinde ilgili tahsil dairelerine bildirmek mecburiyetindedirler. Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, amme idarelerinin her türlü alacaklarını ödemeden veya ödemek üzere ayırmadan önce tasfiye sonucunda elde edileni dağıtamazlar veya bunlar üzerinde her hangi bir şekilde tasarrufta bulunamazlar. Aksi halde tahakkuk etmiş ve edecek amme alacaklarından tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler şahsan ve müteselsilen mesul olurlar. Bu mesuliyet yapılan tasarrufların ifade ettiği para miktarını geçemez. Bunların ödedikleri borçlar için amme alacağı ödenmeden kendilerine dağıtım yapılmış olanlara rücu hakları mahfuzdur.” hükmü ile sorumlularca ödenmek zorunda olan amme alacağının ödenmediği durumlarda sorumlulardan tahsil yoluna gidileceği belirtilmiştir.
Yine aynı Kanun’un mükerrer 35. maddesi “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler. Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur. Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” hükmü ile tasfiye memurlarının sorumluluğu çizilmiştir. Düzenleme ile bir tür kanuni kefalet getirilmiş amme alacağının tahsili güvence altına alınmak istenmiştir.
III- SONUÇ
Türk Ticaret Kanunu’na göre, tasfiye ve iflasın sona erdiği tescil ve ilan edilmeden tasfiye ve iflas sona ermez. Tasfiye memurları, tasfiyenin sona erdiği döneme ait beyanname ile birlikte işlemlerin vergi bakımından incelenmesini bir dilekçeyle vergi dairesinden isterler. Dilekçenin verildiği tarihten itibaren en geç 3 ay içinde incelemeye başlanır ve incelemenin sona ermesini izleyen 30 gün içinde, vergi dairesi sonucu tasfiye memuruna yazılı olarak bildirir. Buna göre kurumdan inceleme sonucuna dayanarak talep edilen vergilerin neticesi alınıncaya kadar tasfiye memurlarının sorumluluğu devam eder.
Yukarıda bahsettiğimiz mevzuat gereğince tasfiye öncesi ve sonrası dönemlerde vergi sorumluları değişmektedir. Yine tasfiye sırasında hükmi şahısların yerine getirmek zorunda olduğu beyanname verme, defter tutma, defter ve belgelerin muhafazası ve ibraz, bildirim gibi bütün vergisel ödevlerin tasfiye veya iflas hallerinde tasfiye memurları veya iflas masasının kanuni temsilcisi olan iflas idaresi tarafından yürütüleceği yukarıdaki mevzuat hükümleri gereğince açıktır.
Selçuk TÜFEKCİOĞLU*
Yaklaşım
* Vergi Müfettiş Yrd.
(1) Adnan GERÇEK, “Türk Vergi Hukukunda Vergi Sorumlusu, Sorumluluk Halleri ve Türlerinin İncelenmesi”
(2) Gelir İdaresi Başkanlığı, “Kurumlar Vergisi Mükelleflerinde İşe Başlama/İşi Bırakma Mükellefiyette Meydana Gelen Değişiklikler”
(3) Yılmaz ÖZBALCI, Kurumlar Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Oluş Yayıncılık, s. 494
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti.www.ozdogrular.com,adlı siteden alıntırdır.İşbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz.
Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Vergi kanunlarında ve ilgili kanunlarda tasfiye ve iflas durumundaki sorumluluk halleri inceleme konusu yapılmıştır.
Vergi devletin kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla egemenlik gücüne dayanarak kişi ve kurumlardan cebri olarak topladığı direkt olarak bir karşılığı olmayan parasal yükümlülüklerdir. Vergi ödevini düzenleyen anayasanın 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.” ifadesiyle birey ve devlet arasındaki vergi ilişkisinin ana çerçevesi ortaya konmuştur. Vergi sorumluluğuna ilişkin olarak ise Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesinde “Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden gerçek veya tüzelkişidir. Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Vergi kanunlarıyla kabul edilen haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukaveleler vergi dairelerini bağlamaz. Bu kanunun müteakip maddelerinde geçen "mükellef" tabiri vergi sorumlularına da şamildir.” hükmü ile sorumluluktan bahsedilmiştir. Verginin asıl borçlusu, o verginin mükellefidir. Devlet vergi alacağını garanti altına almak ve tahsilâtı belli bir düzene bağlamak amacıyla, vergi mükellefi ile iktisadi veya hukuki ilişki içinde olan üçüncü kişi veya kurumları da mükellef ile birlikte veya onun yerine vergi borcunun ödenmesinden sorumlu tutmuştur(1). Bunu sağlayabilmek için, vergi sorumluluğu müessesesini geliştirmiştir.
II- TASFİYE VE İFLAS DURUMUNDA SORUMLULUK
İflas yolu ile takip, ancak Ticaret Kanunu gereğince tacir sayılan veya tacirler hakkındaki hükümlere tabi bulunanlar ile özel kanunlarına göre tacir olmadıkları halde iflasa tabi bulundukları bildirilen hakiki veya hükmi şahıslar hakkında yapılır. Ticaret mahkemesince borçlunun iflasına karar verdiği an iflas açılmış olur. İflasın açıldığı derhal iflas dairesine bildirilir. İflasın açılması ile birlikte müflisin tüm malları iflas masasına geçer. Borçlunun müeccel borçları muaccel hale gelir. İflas idaresi, iflas masasının kanuni temsilcisidir ve masanın yönetilmesi ve tasfiyesini yürütmekle görevlidir. Bu dönemde mükellef kurumun yerine getirmesi gereken bütün vergisel yükümlülüklerin kanuni temsilci durumundaki tasfiye memurlarınca yerine getirilmesi gerekir.
Ticaret şirketlerinin iflasından 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 437. maddesinde, “İflas halinde tasfiye iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Şirket organları temsil salahiyetlerini ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için muhafaza ederler.” hükmü ile bahsedilmiştir. 6102 sayılı Kanun’un 534. maddesi, “(1) İflas halinde tasfiye iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Şirket organları temsil yetkilerini ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için korurlar.” hükmü ile aynı şekilde korunmuştur. Yukarıdaki hüküm ile iflas durumunda sorumluğun iflas idaresinde olduğu belirtilmiş olup bu durumda normal dönemlerde kanuni temsilcilere düşen ödevler iflas idaresi tarafından yerine getirilir.
Ticaret şirketlerinin tasfiye olmasından 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 439. maddesinde, “Şirketin diğer bir şirketle birleşmesi, bir limited şirket şekline çevrilmesi veya bir amme hükmi şahsı tarafından devralınması halleri hariç olmak üzere, infisah eden şirket tasfiye haline girer. Tasfiye haline giren şirket, pay sahipleriyle olan münasebetlerinde dahi, tasfiye sonuna kadar ve ehliyeti, 232. madde hükmü mahfuz olmak kaydıyla tasfiye gayesiyle mahdut olarak hükmi şahsiyetini muhafaza ve ticaret unvanını (tasfiye halinde) ibaresini ilave suretiyle kullanmakta devam eder.” hükmü ile tasfiyenin tanımı yapılmıştır. 6102 sayılı Kanun’un 533. maddesi, “(1) Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanun’daki istisnalar saklıdır. (2) Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını “tasfiye hâlinde” ibaresi eklenmiş olarak kullanır. Bu hâlde organlarının yetkileri tasfiye amacıyla sınırlıdır.” ifadesiyle tasfiye halinde tüzel kişiliğin faaliyetlerinin tasfiye amacıyla sınırlı olduğu belirtilmiştir. Tasfiye dönemlerinde tasfiyeye giren tüzel kişilerin amacı olağan bir şekilde ticari hayata devam etmek değil tasfiyenin yapılabilmesi için gerekli olan adımları atmaktır. Özetle şirket varlıklarını paraya çevirip alacakları tahsil ederek şirket borçlarını ödemek ve kalan olursa bunu hisseleri oranında ortaklara dağıtmaktır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun şirket veya kooperatifler hakkında yanlış bilgi başlığını taşıyan 164.cü maddesinde ’’Bir şirket veya kooperatifin kurucu, ortak, idareci, müdür veya temsilcileri veya yönetim veya denetim kurulu üyeleri veya tasfiye memuru sıfatını taşıyanlar, kamuya yaptıkları beyanlarda veya genel kurula sundukları raporlarda veya önerilerde ilgililerin zarara uğramasına neden olabilecek nitelikte gerçeğe aykırı önemli bilgiler verecek veya verdirtecek olurlarsa altı aydan üç yıla kadar hapis veya bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.” hükmü ile ceza sorumluluğu getirilmiştir.
A- 213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU’NA GÖRE SORUMLULUK
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Kanuni Temsilcilerin Ödevi” başlıklı 10. maddesinde, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzelkişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir. Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanunî ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye’de bulunmayan mükelleflerin Türkiye’deki temsilcileri hakkında da uygulanır. Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.” hükmü bulunmaktadır. Maddeye göre tüzel kişilerin vergi mükellefi ve sorumlusu olmaları durumunda, bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, kanuni temsilcilerin bu ödevleri yerine getirmemesinden dolayı mükellefler ve sorumluların varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni ödevlerini yerine getirmeyenlerin varlığından alınacağı hükme bağlanmıştır(2). Konuya ilişkin olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri 1998 karar yılı 397 karar numarası ile verdiği karar özetinde fiilen şirketten tahsil imkânı kalmadığı anlaşılan vergi borçlarının Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi gereğince yönetim kurulu üyelerinden tahsili için düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında karar vermiştir.
Vergi Usul Kanunu’nun 333. maddesi, “Tüzel kişilerin idare ve tasfiyesinde Vergi Kanunu’na aykırı hareketlerden tevellüt edecek vergi cezaları tüzel kişiler adına kesilir. Tüzel kişilerin kanuni temsilcilerinin vergi sorumluluğu hakkında bu Kanun’un 10. maddesi hükmü vergi cezaları hakkında da uygulanır. Bu Kanun’un 359. maddesinde yazılı fiillerin işlenmesi halinde bu fiiller için 359 ve 360. maddelerde öngörülen cezalar bu fiilleri işleyenler hakkında hükmolunur.” fıkra hükmünde ise, bu esasın vergi cezaları içinde geçerli olacağı belirtilmiştir.
Vergi Usul Kanunu’na göre tasfiye ve iflas, işi bırakma olarak kabul edilir(3). Ticaret şirketlerinin tasfiye haline girmesiyle şirket ortak ve yöneticilerinin tasarruf yetkisi ortadan kalkar. Şirket tasfiye ile sınırlı olarak faaliyetlerini yürütür. Bu faaliyetler tasfiye memurları tarafından yürütülür. Konu ile ilgili olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri 2008 karar yılı 223 karar numarası ile verdiği karar özetinde münfesih sayılan ve tasfiyesine başlanmayan limited şirketlerin tüzel kişiliğinin, Türk Ticaret Kanunu’nun 439. maddesine göre devam etmesi nedeniyle, kanuni temsilci tarafından açılan davanın şirket adına ve şirketi temsilen açıldığının kabulü gerekeceğinden, davanın ehliyetsizlik nedeniyle reddine ilişkin ısrar kararında, hukuka uygunluk bulunmadığı hakkında karar vermiştir. Yine aynı konuda Danıştay 4. Dairesi’nin 1999 karar yılı 4447 karar numarası ile verdiği karar özetinde “iflas halindeki mükellef kurumun, iflas idaresi henüz oluşturulmadığından şirket adına yapılan tarhiyata karşı, eski kanuni temsilcilerin dava açma ehliyetleri vardır.” kararıyla dönemler itibariyle sorumluluğun farklılaşabildiği de görülmektedir. Danıştay 11. Dairesi’nin 1999 karar yılı 3150 karar numarası ile verdiği karar özetinde “Tasfiye memuru, uzlaşma talebinde bulunmaya ve uzlaşma tutanağını imzalamaya yetkilidir.” olarak hüküm verilmiştir.
Aynı Kanun’un 162. maddesinde; tasfiye ve iflas hallerinde, mükellefiyetin vergi ile ilgili muamelelerin tamamen sona ermesine kadar devam edeceği ve bu hallerde tasfiye memurları veya iflas idaresinin;
1- Tasfiye veya iflas kararlarını
2- Tasfiyenin veya iflasın kapandığını
vergi dairesine ayrı ayrı bildirmeye mecbur oldukları belirtilmiştir.
Tasfiye ve iflas hallerinde, mükellefiyet vergi ile ilgili işlemlerin tamamen sona ermesine kadar devam eder. Kurumların iflas sürecinde yerine getirmesi gereken işlemlerden dolayı iflas daireleri sorumludur. Kurumların tasfiyesi yetkili organlarca görevlendirilen veya ana sözleşme veya kanunlar uyarınca sorumlu olan tasfiye memuru tarafından yürütülür.
Tasfiye halinde, tasfiye kararının ve tasfiyenin kapandığının vergi dairesine tasfiye memuru tarafından bildirilmesi gerekmektedir. İflas halinde ise iflas kararının ve iflasın kapandığının vergi dairesine iflas daireleri tarafından bildirilmesi gerekmektedir. Tasfiye memurları tasfiyeye giriş durumunu vergi dairesine bildirirken kendilerine ulaşılabilecek adreslerini, telefonlarını ve e-Posta adreslerini de bildirmeleri gerekir.
B- 5520 SAYILI KURUMLAR VERGİSİ KANUNU’NA GÖRE SORUMLULUK
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17/1. maddesinde tasfiye, “Tasfiye, kurumun tasfiyeye girmesine ilişkin genel kurul kararının tescil edildiği tarihte başlar ve tasfiye kararının tescil edildiği tarihte sona erer. Başlangıç tarihinden aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı ve tasfiyenin sona erdiği dönem için ilgili takvim yılı başından tasfiyenin bitiş tarihine kadar olan dönem bağımsız bir tasfiye dönemi sayılır.” şekliyle ifade edilmiştir.
Tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerinde vergi sorumlusunun belirlenmesinde 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra uygulamada tereddütler oluşmuş bunun üzerine 5904 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 03.07.2009 tarihinde yürürlüğe giren 17/9. maddesi eklenmiştir. Maddede tasfiye memurlarının sorumluluğu “Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin olarak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezalar, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket ortakları, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olurlar. Şu kadar ki, bu fıkra uyarınca tasfiye memurlarının sorumluluğu, tasfiye sonucu dağıtılan tutarla sınırlıdır.” hükmü ile belirlenmiştir.
Tasfiye kapandıktan sonra tüzel kişiliği ortadan kalkan kurumlar için;
- Tasfiye döneminden önceki yıllara ilişkin tarhiyatların kanuni temsilciler adına,
- Tasfiye dönemi ile ilgili tarhiyatların ise tasfiye memurları adına tarh edilmesi
gerekmektedir. Tasfiye kapanmadan önce yapılacak tarhiyatlar tüzel kişiler adına yapılır. Tasfiye döneminde yapılacak olan tebligatlar şirketin mevcut temsilcisi durumunda bulunan iflas idaresine yapılır. Konuyla ilgili olarak Danıştay 4. Dairesi 07.04.2004 tarihinde 2004 karar yılı 686 karar numarası ile verdiği kararda iflas halinde olan kurumlarda tebligatın iflas idaresine yapılması gerektiği hakkında karar vermiştir. Limited şirket ortaklarının şirkete sorumluluğu şirkete koydukları sermaye tutarı ile değil hisseleri oranında borcun tamamından sorumlu oldukları unutulmamalıdır.
Yukarıdaki mevzuat ve açıklamalara göre, iflasına karar verilen şirketler tasfiyeye girmiş kabul edileceğinden, iflası kapanmış ve tüzel kişiliği ortadan kalkmış şirketlere ilişkin yapılacak tarhiyatlarda 5520 sayılı Kanun’un 17. maddesinin 9. fıkrası hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17/7. maddesinde tasfiye memurlarının sorumluluğu “Tasfiye memurları, kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergiler ve diğer itirazlı tarhiyatlar için, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 207. maddesine uygun bir karşılık ayırmadan aynı Kanun’un 206. maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar. Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamları ile vergi cezalarından şahsen ve müteselsilen sorumlu olurlar.
a) Yukarıda belirtilen vergiler ile sekizinci fıkra uyarınca tasfiye işlemlerinin incelenmesi sonucu tarh edilecek vergilerin asılları ve zamları, tasfiye sırasında dağıtım, devir, iade veya satış gibi yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan ya da tasfiye kalanı üzerinden kendisine paylaştırma yapılan ortaklardan da aranabilir. Ortaklardan tahsil edilmiş olan vergi asılları için ayrıca tasfiye memurlarına başvurulmaz.
b) Tasfiye memurları, bu madde gereğince ödedikleri vergilerin asıllarından dolayı, yukarıda belirtilen yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan veya tasfiye kalanından pay alan ortaklara ya da ortakların aldıkları bu değerler vergileri karşılamaya yetmezse İcra ve İflas Kanunu’nun 207. maddesine uygun oranlar dâhilinde aynı Kanun’un 206. maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklarını tamamen veya kısmen tahsil eden alacaklılara rücu edebilirler.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereği tasfiye memurları tasfiyeyle ilgili işlemlerin muhatabı olmaktan ve tasfiye beyannamelerini bağlı bulunulan vergi dairesine vermekten dolayı sorumludurlar.
Tasfiye memurları tarafından tasfiye dolayısıyla verilecek beyannamelerde bazı hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.
Tasfiyeye giriş tarihi itibariyle, her hesap dönemi bir tasfiye dönemini ifade eder.
Tasfiyeye giren şirket, ticaret unvanının başına “Tasfiye Halinde” ibaresini eklemek zorundadır.
Tasfiye beyannamelerine, bilanço ile gelir tablosu ve tasfiye bilançosuna göre ortaklara dağıtılan paralarla diğer değerlerin ayrıntılarını gösteren bir listenin eklenmesi gerekmektedir.
Tasfiye dolayısıyla verilecek beyannameler tasfiye memurları tarafından tasfiye döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın 1. gününden 25. günü akşamına kadar kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilir.
Tasfiye dönemi içinde tasfiye sonuçlanmamışsa, bu son döneme ait tasfiye beyannamesi tasfiyenin sonuçlandığı tarihten itibaren 30 gün içinde kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilecektir.
Kurumların katma değer vergisi mükellefiyetleri normal faaliyet dönemlerinde olduğu gibi tasfiye dönemleri dâhil tasfiye sonuçlanıncaya kadarki dönemde de devam eder.
Tasfiye halindeki kurumun gelir vergisi tevkifatıyla ilgili sorumluluğu devam ettiğinden, tasfiye döneminde de tevkif edilen vergisinin olması halinde muhtasar beyanname ile beyan etmeye devam eder.
Tasfiye halindeki kurum, bu dönem süresince geçici vergi beyannamesi vermez.
Tasfiye edilen kurumlar adına, tasfiye kârı üzerinden hesaplanan vergiler, tasfiye beyannamesi verme süresi olan tasfiye döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden 25. günü akşamına kadar bağlı bulunulan vergi dairesine yatırılmalıdır.
Tasfiyenin başladığı tarih ve bu tarih ile aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönemin ve bu dönemden sonraki her takvim yılının ayrı bir dönem kabul edilmesi nedeniyle, her tasfiye dönemine ait kanuni defterlerin tasdiki zorunludur.
C- 6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUN’A GÖRE SORUMLULUK
6183 sayılı Kanun’un 22. maddesi “Amme alacağını borçlusundan kesip tahsil dairesine ödemek mecburiyetinde olan hakiki ve hükmi şahıslar, bu vazifelerini kanunlarında veya bu kanunda belli edilen zamanlarda yerine getirmedikleri takdirde, ödenmeyen alacak bu hakiki ve hükmi şahıslardan bu kanun hükümlerine göre tahsil olunur.” hükmü ile sorumluların üzerlerine düşen ödeme yükümlülüğünü yerine getirmedikleri takdirde sorumlulardan borcun tahsiline gidileceği hüküm altına alınarak amme alacağı koruma altına alınmıştır.
6183 sayılı Kanun’un 32. maddesi “Hükmi şahısların, tasfiyesinde bunların borçlu bulundukları amme alacaklarını ödeme ve bu kanun hükümlerinin tatbiki ile ilgili vecibeleri tasfiye memurlarına, hükmi şahsiyeti olmayan ortaklıklarla yabancı kurumların Türkiye'deki şube, ajans ve mümessilliklerinin tasfiyesinde bunların vecibeleri tasfiyeyi yürütenlere geçer.” hükmü ile tasfiye durumunda amme borcunu ödemek zorunda olanlar belirtilmiştir. Konu il ilgili olarak Danıştay 7. Dairesi 1998 karar yılı 2972 karar numarası ile verdiği karar özetinde “iflasına karar verilen bankanın vergi borçlarının, iflas masasından talep edilmesi gerekeceği” yönünde karar vermiştir.
6183 sayılı Kanun’un 33. maddesi “Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, tasfiyenin başladığını üç gün içinde ilgili tahsil dairelerine bildirmek mecburiyetindedirler. Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, amme idarelerinin her türlü alacaklarını ödemeden veya ödemek üzere ayırmadan önce tasfiye sonucunda elde edileni dağıtamazlar veya bunlar üzerinde her hangi bir şekilde tasarrufta bulunamazlar. Aksi halde tahakkuk etmiş ve edecek amme alacaklarından tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler şahsan ve müteselsilen mesul olurlar. Bu mesuliyet yapılan tasarrufların ifade ettiği para miktarını geçemez. Bunların ödedikleri borçlar için amme alacağı ödenmeden kendilerine dağıtım yapılmış olanlara rücu hakları mahfuzdur.” hükmü ile sorumlularca ödenmek zorunda olan amme alacağının ödenmediği durumlarda sorumlulardan tahsil yoluna gidileceği belirtilmiştir.
Yine aynı Kanun’un mükerrer 35. maddesi “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler. Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur. Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” hükmü ile tasfiye memurlarının sorumluluğu çizilmiştir. Düzenleme ile bir tür kanuni kefalet getirilmiş amme alacağının tahsili güvence altına alınmak istenmiştir.
III- SONUÇ
Türk Ticaret Kanunu’na göre, tasfiye ve iflasın sona erdiği tescil ve ilan edilmeden tasfiye ve iflas sona ermez. Tasfiye memurları, tasfiyenin sona erdiği döneme ait beyanname ile birlikte işlemlerin vergi bakımından incelenmesini bir dilekçeyle vergi dairesinden isterler. Dilekçenin verildiği tarihten itibaren en geç 3 ay içinde incelemeye başlanır ve incelemenin sona ermesini izleyen 30 gün içinde, vergi dairesi sonucu tasfiye memuruna yazılı olarak bildirir. Buna göre kurumdan inceleme sonucuna dayanarak talep edilen vergilerin neticesi alınıncaya kadar tasfiye memurlarının sorumluluğu devam eder.
Yukarıda bahsettiğimiz mevzuat gereğince tasfiye öncesi ve sonrası dönemlerde vergi sorumluları değişmektedir. Yine tasfiye sırasında hükmi şahısların yerine getirmek zorunda olduğu beyanname verme, defter tutma, defter ve belgelerin muhafazası ve ibraz, bildirim gibi bütün vergisel ödevlerin tasfiye veya iflas hallerinde tasfiye memurları veya iflas masasının kanuni temsilcisi olan iflas idaresi tarafından yürütüleceği yukarıdaki mevzuat hükümleri gereğince açıktır.
Selçuk TÜFEKCİOĞLU*
Yaklaşım
* Vergi Müfettiş Yrd.
(1) Adnan GERÇEK, “Türk Vergi Hukukunda Vergi Sorumlusu, Sorumluluk Halleri ve Türlerinin İncelenmesi”
(2) Gelir İdaresi Başkanlığı, “Kurumlar Vergisi Mükelleflerinde İşe Başlama/İşi Bırakma Mükellefiyette Meydana Gelen Değişiklikler”
(3) Yılmaz ÖZBALCI, Kurumlar Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Oluş Yayıncılık, s. 494
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti.www.ozdogrular.com,adlı siteden alıntırdır.İşbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz.