1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Kira tespit hükmü kesinleşmeden icra takibine dayanak yapılamaz

Gönderilme zamanı: 04 Ara 2021, 01:21
gönderen Hepsihukuk
Kira tespit hükmü kesinleşmeden icra takibine dayanak yapılamaz – Kiracının temerrüde düşmüş olması için, alacağın muaccel olmasından başka, “dava edilebilir olması” gerekir veya diğer bir deyimle borçlu, edayı yerine getirmeye mecbur olmalıdır. Kira farkı nın mahkemede dava edilebilir veya icrada takip edilebilir hale gelmesi için, miktarının kesin olarak belli olması gerekir. Bu belirlilik ise ancak tespite ilişkin kararın kesinleşmesi ile oluşabilir. Ve kiracının edayı yerine getirme borcu da ancak o zaman gelmiş sayılabilir.

(2004 S. K. m. 68, 269) (818 S. K. m. 260) (2797 S. K. m. 18, 19, 20) (1086 S. K. m. 8, 392, 443) (6570 S. K. m. 2, 3) (YİBK. 07.07.1965 T. 1965/5 E. 1965/5 K.) (YİBK. 18.11.1964 T. 1964/2 E. 1964/4 K.)

Dava: İstanbul Barosu’ndan Avukat Mustafa Güzelöz ile Avukat Fethi Bedir imzalı 16.2.1979 günlü başvurma yazısında, henüz kesinleşmemiş kira tespit kararına dayanılarak BK. nun 260 ve İİK.nun 269 maddeleri hükümlerine göre gönderilen ihtarlı ödeme emri üzerine, sadece tespit kararının kesinleşmemeşi olmasına dayanılarak icra kovuşturmasına itiraz edilmiş ve belli sürede kira farkı alacağının ödenmemiş olması halinde kiracının temerrüde düşmüş olup olmayacağı konusunda Yargıtay 12. Dairesi’nin esas: 9013, karar: 9895 sayılı ve 5.12.1978 günlü kararı ile Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin esas 1684, karar: 1337 sayılı ve 29.3.1973 günlü ve benzeri diğer kararları ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun esas: 12-3607, karar: 332, sayılı ve 19.4.1978 günlü kararı arasında içtihat aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek bu aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yolu ile giderilmesinin istenilmesi üzerine Yargıtay Kanununun 20. maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince Yargıtay Başkanlık Divanı isteği incelemiş ve içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesi gerektiğine 17.5.1979 günü, 44 sayı ile karar vermiş olduğundan Yargıtay Birinci Başkanlığınca Yargıtay Kanununun 18 ve 19/7. maddeleri uyarınca Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 1.10.1979 günü saat 09.30 da toplanması uygun görülmüş ve o günü yapılan toplantıda görüşmeler sonucunda Yargıtay 12. Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulu ve 6. Hukuk Dairesinin söz konusu kararları ve inceleme sırasında verilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin esas: 788, karar: 848 sayılı ve 10.4.1974 günlü kararı arasında içtihat uyuşmazlığı bulunduğuna oybirliği ile karar verilmiş, ancak esas bakımından bir görüş doğrultusunda üçte iki oyçokluğu sağlanamadığı için Yargıtay Birinci Başkanlığınca uygun görülen 12.11.1979 günü saat 14.30 da yapılan toplantıda konu tekrar görüşülerek aşağıda yazılı içtihadı birleştirme kararıverilmiştir:

1 – BK.nun 260. maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre kiracı, kira müddetinin hitamından önce muacceliyet kesbeden kiraları tediye etmemiş bulunursa kiralayan, altı ay ve daha fazla müddetli kiralarda otuz günlük ve daha az müddetli kiralarda altı günlük bir mehil tayin edere birikmiş olan kira bu müddet zarfında verilmediği takdirde mehlin hitamında akti feshedeceğini kiracıya ihtar edebilir. Yine İİK.nun 269. maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre takip adi kiraya müteallik olur ve alacaklı da talep ederse ödeme emri, BK.nun 260. maddesinde yazılı ihtarı ve kanuni müddeti geçtikten sonra tetkik merciinden kiralanan şeyden çıkarılmasının istenebileceği tebliğini ihtiva eder. Yargıtayın bu maddeler hükümlerini uygulamasında henüz kesinleşmiş bir kira tespiti kararına dayanılarak sözü edilen kanun maddelerinde gösterildiği biçimde kiracıya ihtar yapılmış veya ihtarlı ödeme emri tebliğ edilmiş ve belli süre içinde kira farkı ödenmemiş veya icra takibine itiraz edilmişse mahkemeden veya tetkik merciinden kiralananın boşaltılmasının istenebilip istenemeyeceği konusunda yukarıda sözü edilen kararlar arasında içtihat uyuşmazlığı oluşmuştur.






Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin kararında kiranın tespiti isteği ile bir dava olup bu dava sonunda taraflara verilen örneklerin, hüküm fıkrasında eda hükmünü taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın ilam sayılması gerektiği, bu nedenle böyle bir ilama dayanan infaz isteğinin onun kesinleşmesine bağlı olup olmadığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 443. maddesi hükmüne göre çözümlenmesinin zorunlu olduğu, sözü edilen maddede taşınmaz mala ve buna ilişkin haklara, nafaka hükümleri hariç aile ve şahsın hukukuna dair hükümlerin kesinleşmedikçe icra edilemeyeceğinin yazılı bulunduğu, kirayı tespit eden ilam ise bu maddede sayılanlar arasında olmadığından infazının kesinleşmeye ve bunun sonucu olarak o ilama dayanılarak alacağının ancak kesinleşme ile muaccel hale geleceğinden söz edilerek infazın kesinleşme şartına bağlı saymanın yasal dayanağı bulunmadığı ve ilamda kiranın artırma günü gösterilmiş ve bu güne göre belli bir süre geçmişse alacağın ayrıca bir ihtara hacet kalmaksızın muaccel hale geleceği, bu nedenle ilamda yazılı artırma gününden itibaren geçmiş aylara ait kira farkının alınmasında ve ihtar süresi içinde ödenmediği takdirde tahliyenin sağlanması amacı ile borçlu aleyhine adil takip açılmasında veya borçluya İİK.nun 269. maddesi uyarınca ihtarlı ödeme emri gönderilmesinde yasalara aykırı bir yön bulunmadığı açıklanmıştır.

Buna karşılık Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararında, tespit davası sonunda verilen kararların kesinleşmekle kesin hüküm gücünü kazanacakları, kesinleşen tespit kararının eda davasında kesin delil olacağı, icra kovuşturmasında alacağın muacceliyet kesbetmesinin zorunlu bulunduğu, bu gibi ilamların icrasının istenilmesi için kesinleşmesi gerektiği; Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin kararlarında ise tespite dair hüküm kesinleşmeden ihtar çekilmiş olduğuna göre istenilen kira farkları dolayısıyla kiracının mütemerrit sayılamayacağı ve nihayet Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin kararında tespit davası ile artırılan kira farklarının, tespit ilamının kesinleştiği tarihte muaccel olacağı ve zamanaşımının da o tarihten itibaren işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir.






2 – Kurula verilen kararların bazılarında (kira farkı) bazılarında sadece (kira) denilmektedir. Aşağıdaki bentte sözü edilecek olan 2/4 sayılı ve 18.11.1964 günlü içtihadı birleştirme kararının 4 numaralı bendinde aynen (gerçekten akit, kirası belli olmayan, bir akit haline gelmiştir.) denilmektedir. Bundan çıkan sonuç kiranın yalnız farkının değil tamamının belli olmayan, bir akit haline gelmiştir.) denilmektedir. Bundan çıkan sonuç kiranın yalnız farkının değil tamamının belli olmadığıdır. Nitekim kiranın tespiti davalarında kira farkının değil kiranın tamamının tespitine karar verilmektedir. Ancak kiranın tamamının istenebilmesinin tespite dair kararın kesinleşmesine bağlanması hakkaniyete ve kiralayan ile kiracı arasındaki çıkar dengesine uygun düşmeyecektir. Esasen alacağın bir bölümü ihtilaflı olduğu takdirde borçlu, ihtilafsız bulunan ve muaccel olan bölümünü ifadan imtina edemez. Bu nedenle içtihadı birleştirme kararının kapsamı, kira farkı ile sınırlandırılmıştır.

Görüşmeler sırasında sorunun BK. ile İİK. açısından ayrı ayrı çözümlenmesi gerektiği ve kiranın tespitine ilişkin kararın bir ilam olması nedeniyle her iki kanun hükümlerinin uygulanması yönünden bir fark gözetilmesinin uygun olacağı yolunda bir görüş ileri sürülmüşse de çoğunluk bu görüşü benimsememiştir. Gerçekten ister Borçlar Kanununa, isterse İcra ve İflas Kanununa göre olsun sorun aynıdır ve kira farkı alacağının kararın verildiği günde mi, yoksa kararın kesinleştiği günde mi ödenmesinin istenebileceğindedir. Eğer kira farkı alacağının ödenmesi, kararın verildiği günde istenebilirse kiracıya hemen BK.nun 260. maddesinde gösterildiği biçimde ihtar yapılabileceği gibi İİK.nun 269. maddesinde belirtildiği şekilde ihtarlı ödeme emri gönderilebilecek ve sonuçta alacağın tahsili ile birlikte kiralananın boşaltılması da istenebilecek veya sadece alacağın tahsili için dava açılabileceği gibi ilamsız icra yolu ile icraya başvurularak ödeme emri gönderilebilecektir. Aksi halde bunların yapılabilmesi için kiranın tespitine ilişkin kararın kesinleşmesi beklenecektir. Kuşku yoktur ki bir alacağın icra yolu ile kovuşturulmasına olanak varken onun dava edilemeyeceğinin benimsenmesi çelişkiye düşmek olur.

3 – Gayrimenkul Kiraları Hakkında 657O sayılı Kanunun 2 ve 3. maddelerinin iptaline Anayasa Mahkemesince 26.3.1963 de karar verilmiş ve bu kararın sözü edilen maddeler yerine yeni bir yasa çıkarılmadan 26.9.1963 de yürürlüğe girmesi üzerine bir yasa boşluğu oluşmuştur. Uygulamada birliği sağlamak için 2/4 sayılı ve 18.11.1964 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kanunda boşluk bulunduğu temelinden hareketle yeni dönemde aktin kira parasına ilişkin hükmünün yenilenmeyerek kirası belli olmayan bir akit haline geldiği benimsenmiş ve kira parasının sınırlandırılmasına ilişkin boşluğun hakim tarafından doldurulması gerektiği kararlaştırılmıştır. Buna göre, kiranın tespiti kararları diğer tespit davalarında olduğu gibi bir hukuki münasebeti tespit etmez. Onun amacı sadece kira sözleşmesinin yeni dönemde belli olmayan ücret unsurunu belirli bir hale getirmekten ibarettir. Gerçekten kiranın tespitinde hukuki sonuç ancak hakimin kararı ile doğmaktadır. Gerçi, yeni dönemde kiranın belli olması için mutlaka bir mahkeme kararı alınması şart değildir. Çünkü taraflar anlaşılırsa mahkeme kararına gerek kalmadan hukuki sonuç doğar. Tarafların ancak anlaşamaması halinde bu hukuki sonucun doğması için dava açmaları gerekir. Böylece kira tespiti kararları eda davaları sonunda verilen mahkumiyet kararlarına değil, inşai davalar sonunda verilen kararlara, yakın bir nitelik göstermektedirler.




4 – Gerek 2/4 sayılı ve 18.11.1964 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile daha sonra verilen 5/5 sayılı ve 7.7.1965 günlü ve 19/10 sayılı ve 21.11.1966 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları ve gerekse Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 1711 sayılı Kanunla değişik 8. maddesinin 2/1. fıkrası hükmüne göre kira sözleşmesine dayanan kiranın tespiti isteklerinin bir dava ve diğer davalarda olduğu gibi bu dava sonunda ittihaz olunan nihai kararın iki taraftan her birine verilen tasdikli örneğinin anılan Kanunun 392. maddesi uyarınca ilam olduğunda kuşku yoktur. Ancak, bilindiği gibi her ilamda cebri icra kuvveti bulunmamaktadır. Özellikle müspet tespit hükümlerinin yalnız maddi anlamda hüküm kuvvetinden istifade edilip cebri icra kuvvetinden yoksun oldukları kabul edilmektedir. Çünkü müspet tespit kararı, bir edaya mükellefiyetin tespitini natık bulunsa dahi sadece o hukuki sonucu tespit etmekle yetinir; bir eda emrini ihtiva etmez. Eğer sonradan bir eda ve icra istenecekse eda davası açılmalı ve bir dava sonunda alınacak ilam icraya konulmalıdır. (Prof. Sabri Şakir Ansay, Hukuk Muhakeme Usulleri, Cilt 1, sahife 436).

Kiranın tespitine ilişkin mahkeme kararları da cebri icra kuvveti yönünden bu nitelikte olup hukuki himayenin bir kısmını ihtivaı ettikleri için icrai kuvvete sahip değildirler. Nitekim Yargıtayın yerleşmiş uygulamasına göre bu gibi kararlara dayanılarak tespite ilişkin bölümü için yeni kiranın hangi günden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş olsa bile ilamların icrası yolu ile takip yapılamaz. Gerçekten İİK.nun (ilamların İcrası), başlıklı (İkinci Babı) nın (Müşterek Hükümlere) ilişkin 3. Bölümünde yer alan 36. maddesinde hep hükmolunan para ve eşyadan sözedilmiştir. Kiranın tespiti kararlarında ise hükmolunan bir para veya eşya yoktur. O halde, ister kesinleşmemiş, isterse kesinleşmiş olsun cebri icra yolu ile infazı söz konusu olmayan böyle bir ilam için HUMK. nun 443. maddesinin birinci fıkrasındaki (Temyizi dava icrayi tehir etmez.) kuralının uygulanmasına olanak yoktur. Nitekim 23/5 sayılı ve 21.2.1968 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de sözü edilen hükmün, sadece menkul mallara, para ve teminat alacaklarına ilişkin nihai kararların infaz şekli ile ilgili olduğu açıkça belirtilmiş bulunmaktadır.

5 – İİK.nun 269. ve sonraki maddeleri hükümlerine göre kira farkı alacağı için yapılan bir icra takibinde borçlunun yaptığı itirazın kaldırılabilmesi için alacaklının noterlikçe düzenlenmiş veya imzası onanmış olsa bile sadece kira sözleşmesinin varlığını gösteren bir belgeye dayanması yetmeyecektir. Alacaklının bunun yanında kira farkını oluşturan tespite ilişkin mahkeme kararını da ibraz etmesi gerekecektir. Borçlunun tespit kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle kira farkı alacağının istenemeyeceğini itiraz nedeni olarak ileri sürmüş olması halinde tetkik merciince alacaklının isteği doğrultusunda bu itirazın kaldırılabilmesi için kiranın tespitine ilişkin müsbet tespit hükmünün kesinleşmiş olmasının her halde aranması gerekecektir. Çünkü İİK.nun 68. maddesinin uygulanmasında olduğu gibi 269. ve sonraki maddelerinin uygulanmasında olduğu gibi 269. ve sonraki maddelerinin uygulanmasında da ister icra takibinde, isterse takibe itirazda olsun, dayanılacak diğer belgelerde nasıl ki kesinlik aranıyorsa kira, farkı alacağını oluşturan tespit kararında da aynı kesinliğin aranacağı kuşkusuzdur. Temyiz edilebilecek veya edilmiş bir tespit kararı temyiz sonucuna kadar borçlunun belli bir para borcunu kayıtsız şartsız ödemek zorunda olduğunu göstermez. O halde, böyle, bir durumda henüz kesinleşmemiş bir tespit kararına dayanılarak itirazın kaldırılması istenilemez.

Yukarıda 3. bentte açıklandığı gibi kiranın tespiti kararının görevi sadece kira aktinin ücret unsurunu oluşturmaktan ibarettir. Gerçekten kiralayanın kirayı isteme hakkı veya kiracının kirayı ödeme borcu, kiranın tespitine ilişkin karardan değil, kira sözleşmesinden kaynaklanır. Bu nedenle bazı olaylarda yeni dönemin kirası başlangıç günü de gösterilmek suretiyle mahkemece tespit edilmiş ve hatta buna dair karar kesinleşmiş olsa bile ödeme gününün gelmemiş olması nedeniyle kirayı isteme hakkı henüz doğmamış olabilir. Bu gibi durumlarda alacaklı elinde tespit ilamı olmasına rağmen kiranın ödeme gününün gelmesini bekleyecek ve o gün gelmeden de kirası aleyhine icraya başvuramayacağı BK.nun 260. maddesinde gösterilen biçimde ihtar ve gönderemeyecektir.




6 – HUMK.nun 443. maddesi hükmüne göre para veya eşyaya mahkumiyete ilişkin bir karar temyiz edilmiş olsa bile icra edilebilir. İİK.nun 36. maddesi hükmüne göre ise kararı temyiz eden borçlu, hükmolunan para veya eşyayı depo eder veya teminat gösterirse temyiz sonucuna kadar icra geri bırakılır. Bu iki hükümle infaz yönünden alacaklı ve borçlunun çıkarları karşılıklı olarak dengede tutulmuş olmaktadır. Kiranın tespiti kararları için uygulanabilecek böyle bir denge, yasalarda bulunmamaktadır. İİK.nun 269/C maddesinin son fıkrasında borçlunun tahliye kararı hakkında 36. madde hükmünden yararlanacağı yazılı ise de uyuşmazlığa konu olan bu olayda bu hükmün kiracıya hiçbir yararı olamaz. Çünkü sözü edilen fıkra hükmü tetkik merciinin kararı içindir. Burada bir değerlendirme yaparken mahkemenin kararı ile tetkik merciinin kararı ayrı ayrı gözetilmelidir. Fıkra hükmüne göre 36. madde yalnız tetkik mercinin kararı için uygulanacaktır. Mahkemenin kararı için aynı hükmün uygulanacağına dair ne anılan fıkrada, ne de başka bir madde de açıklama vardır.

Bu nedenle temyiz sonucuna kadar mahkeme kararının icrasının tehiri için karar alınmamış iken tetkik mercii kararının icasının tehiri için karar alınmış olmasının kiracıya hiçbir yararı olamaz. Çünkü temyiz incelemesi tetkik mercii kararı için sonuçlanmış olduğu halde, mahkeme kararı için henüz sonuçlanmamış olabilir. Yine ayni Kanunun 369. maddesinin son fıkrasındaki bozma kararı üzerine icra ve iflas işlerinde 40. madde hükümlerinin uygulanacağına dair hüküm içinde ayni düşünce geçerlidir.

7 – Kiranın tespitine ilişkin kararın görevi, öncelikle kapsadığı hükmün manevi bir nüfuz sağlamasıdır. Ancak onun bu nüfuzu sağlayabilmesi için hükmün kesinleşmesi şarttır. Çünkü burada söz konusu olan nüfuz, kesin hüküm nüfuzudur. Gerçekten belirli bir hukuki sonuç, tespit ilişkin kararın sağladığı kesin hüküm sayesinde oluşur. Eğer tespit hükmüne rağmen davacının hakkını davalı vermezse, o zaman davacı eda davası açmaya mecbur kalacaktır. Böylece eda davası da, tespit davasında taraf olan kişi aleyhine açılmışsa tespite ilişkin kesinleşmiş karar, kesin bir delil teşkil edecektir. Kira tespiti davalarında göreve ilişkin 5/5 sayılı ve 7.7.1965 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde bu hukuki esas benimsenerek, tespit davasının, eda davasının öncüsü durumunda olduğu, henüz şartları tamamlanamadığı için açılamayan eda davası için kesin delil olarak kullanılmak üzere tespit davası açılabileceği tespit davasının ileride açılacak ve fakat henüz şartları bulunamadığından açılamayan kira alacağı davasını hazırlamak amacını güttüğü, aylık kiranın miktarı belli edildiği takdirde muaccel kira paralarının gerek mahkemede dava yoluyla ve gerekse icrada takip konusu yapılmak suretiyle tahsilli yoluna gidilmesinin mümkün hale geleceği ve kira parasının miktarı kesinleşince ancak o, zaman çelimzeliğin söz konusu olamayacağı açıklanmıştır.

8 – Sorun Borçlar Hukuku açısından ifa zamanının gelmiş sayılıp sayılmayacağındadır. İfa zamanı alacaklının, borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamandır ki hulul etmedikçe alacaklının borçlu aleyhine dava açmaya hakkı yoktur. Buna alacağın muacceliyet kesbetmesi denilmektedir. Böylece alacağın muaccel olması için öncelikle alacaklının edayı talep ve bu sebeple borçluyu dava edebileceği zamanın gelmiş olması gerekir. Ancak, bu şart bazı hallerde borçlunun temerrüde düşmesine yetmemektedir. Çünkü borçlu edayı yerine getirmeye mecbur olmadığı müddetçe edada bulunmadığından dolayı kendisi sorumlu tutulamaz (V. Thur. Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C. Edege Tercümesi, Sahife 539 ve 650).

Bu hukuki esası, içtihatların birleştirilmesine konu olan olaya uyguladığımızda şu sonuca varırız: Kiracının temerrüde düşmüş olması için alacağın muaccel olmasından başka dava edilebilir olması gerekir veya diğer bir deyimle borçlu, edayı yerine getirmeye mecbur olmalıdır. 5/5 sayılı ve 7.7.1965 günlü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıklandığı gibi kira farkının mahkemede dava edilebilir veya icrada takip edilebilir hale gelmesi miktarının kesin olarak belli olması gerekir. Bu belirlilik ise ancak tespite ilişkin kararın kesinleşmesi ile oluşabilir. Ve kiracının edayı yerine getirme borcuda ancak o zaman gelmiş sayılabilir.

Sonuç: Kiranın tespitine ilişkin mahkeme kararı ile tespit edilen kira farkı alacağının ifa zamanının gelmiş sayılması için sadece alacaklının borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamanın gelmiş olması yeter olmayıp aynı zamanda o kararın kesinleşmesi gerektiğine, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 12.11.1979 günü yapılan ikinci toplantısında salt çoğunlukla karar verildi.

AYKIRI GÖRÜŞLER

Sabri Güçlü, Kemal Gür, Y. Semih Öktemer, Tahir Öğütçü

Kira bedelinin tespiti davası olumlu tespit davası türünden olup, 1711 sayılı Kanunla değişik 8. maddesi ile mevzuatımıza bir dava olarak açıkça girmiştir.

1 – Kira bedelinin tespiti davası sonunda verilen hüküm niteliğini infaz hukuku açısından üç şık halinde inceleyebiliriz:

A) Sadece kira parasının tespitine karar verilip geçerli olacağı tarih belirtilmemiş ise; bu ahvalde bu karar HGK. nda kabul edilen biçimde, eda davasının öncüsü durumundadır. Kesin delil gücünü haizdir. İlamlı takibe konu edilemez. Bu ilama dayanan adli takibe itiraz ediliş ise, arttırmanın başlangıcı belli olmadığından merciden itirazın kaldırılması istenemez anlaşmazlığın çözümü yargılama icrasına bağlı hale gelir.

B) Kira parasının tespiti ile birlikte taraflar arasında hangi tarihten itibaren geçerli sayılacağı belirtilmiş ise; edaya mahkumiyet hükmü bulunmadığından ilamlı takip açılamaz, adi veya İİK. 269. maddeye göre takibe engel yoktur. İhtarlı ödeme emri çıkarılabilir. Borçlu itiraz eder ise merciden itirazın kaldırılması istenebilir.

7.7.1965 tarih ve 5/5 sayılı içtihadı birleştirme kararında; bu ahvalde icrada takip konusu yapılabileceği açıklanmıştır.

C) Kira parasının tespiti ile beraber kiracıdan alınması için dava açılmış ve isteği uygun karar verilmiş ise; bu ahvalde ilamlı takip yapılabileceğinde kuşku yoktur.

2 – Kesinleşme sonucuna gelince; Kira parasının tespiti HUMK.nun 8. maddesi uyarınca dava sayıldığına göre, bu dava sonunda taraflardan her birine verilen suretlerin, HUMK.nun 392. maddesi hükmü gereği imal sayılması zorunludur. Bu çeşit kararları İİK. 68. maddesine giren belge niteliğinde kabul etmek yanılgıdır. İlamların infazında kesinleşme şerhi aranıp aranmayacağını HUMK.nun 443. maddesi hükmü çözmüştür. Bu maddeye göre, genel ilke temyizin icrayı tehir etmeyecektir. Bu ilkenin istisnaları yine anılan maddede gösterilmiştir. 1711 sayılı Kanunda, HUMK.nun (temyiz) faslında birçok madde değişikliğe uğratıldığı halde 443. maddeye dokunulmamıştır. Bu umutkanlık eseri değildir ve kira parasının tespiti ilamları yönünden boşluk vardır denilemez. O halde kesinleşme aramaya gerek bulunmadığı sonucuna varmak zorunludur. Aksi fikrin kabulü, bu maddeye değişiklik getirmek demektir. Açık kanun hükmü karşısında yoruma gidilemez. Bu itibarla, kesinleşme şerhi aranacağı yolundaki görüşü benimsemek olanaksızdır.

Kira parası farkı ile birlikte tahliye istenmesi konuya özellik getirmez. Borçlu İİK.nun 36. maddesine göre icranın tehirini isteyebilir. Hatta istenilen kira parası farkını otuz gün içinde ödemek suretiyle tahliyeyi önleyebilir. Kira parasının tespitine ait ilam bozulduğu takdirde ödediğini istirdat edebilir. Görülüyor ki, kira parası farkının kesinleşmesinin aranmamasından dolayı kiracının mağduriyeti söz konusu değildir.

Esasen İİK.nun 36. maddesinin bu çeşit ilamlar hakkında uygulanabileceğini İİK. 269/3 maddesi görmektedir. Anılan madde de, tahliyeye dair kararın infazı için kesinleşmenin beklenmeyeceği, borçlunun tahliye kararı hakkında 36. madde hükmünden faydalanabileceği yazılıdır.

3 – Muaccel olma durumu: Kira parasının tespiti ilamında artırılan kira parasının geçerli olacağı tarih açıklanmış ise, bu sürenin dolması ile o tarihten sonraya ait kira parası belirli hale gelir. Muacceliyet için ayrıca ihtar gerekmez, borçlu tarafından bilinmediği söylenemez. Aksi fikrin yasal dayanağı yoktur.

4 – Kira parasının tespitine ait ilamda yer alan avukatlık ücreti, yargılama giderlerinin istenmesi için açılan icra takibinde kesinleşme aramaya gerek olmadan infaz yoluna gidilmesi biçimindeki uygulama devam etmekte ve bu uygulamaya karşı çıkan bulunmamaktadır. Halbuki asıl hükmün eklentisi olan bu çeşit istekler asıl isteğin bağlı olduğu hukuki rejime tabidir. O halde kira parasının tespiti ilamı kesinleşmedikçe kira parası yönünden takip açılamıyorsa eklenti durumundaki avukatlık ücreti ve yargılama gideri bakımından da takip yapılamamalı idi. Aksi kabul edilirse, tezata düşülür.

Kaldı ki adi takibin hiçbir belgeye dayanmasına da gerek yoktur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, kira parasının tespitine ilişkin mahkeme kararında belirli paranın ifa zamanının gelmiş sayılması için, ilamın kesinleşmesine gerek yoktur. Aksine oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.