1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

8. Hukuk Dairesi 2017/13504 E. , 2019/2084 K

Gönderilme zamanı: 18 Kas 2021, 20:30
gönderen İctihat
8. Hukuk Dairesi 2017/13504 E. , 2019/2084 K.

'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonucunda Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair kararın davalı ... tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 03.04.2017 tarihli ve 2015/3728 Esas, 2017/4823 Karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmişti. Davacı vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR
Davacılar vekili, vekil edenlerininin müşterek murisi ...'in orman kadastrosu sonucu orman dışına çıkartılan 891 parsel sayılı taşınmazı imar ve ihya ederek tarım arazisi haline getirmek suretiyle 1970 yılından bu tarafa kullanmakta olduğunu, ölümü ile zilyetliğinin vekil edenlerine geçtiğini ve o tarihten beri de vekil edenleri tarafından kullanıldığını, davayı 6292 sayılı Yasa uyarınca dava konusu taşınmazı satın alma başvurusunda bulunanlar aleyhine açtığını belirterek taşınmazın tamamının zilyetliğinin vekil edenlerine ait olduğuna ve kullanım miktarının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalılardan ... ve dahili davalılar ..., ... ve ... cevap dilekçelerinde davanın reddini savunmuştur.
Davalılardan ..., davanın reddini savunmuş, davacılar 30.12.2013 havale tarihli dilekçeleri ile, davalı ... hakkında açılan davayı geri aldıklarını beyan etmişlerdir.
Davalılardan Hazine vekili, duruşmada alınan beyanında dava konusu taşınmazın mülkiyetine ilişkin uyuşmazlık bulunmadığından takdiri mahkemeye bıraktığını beyan etmiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabul ile kısmen reddine, 6831 Sayılı Kanun'un 2 B maddesi uyarınca ... Hazinesi adına orman sınırları dışına çıkartılan 891 parselde 23.646.48 m2 olarak ... Hazine'si adına tapuya kayıtlı davaya konu taşınmazın 16.06.2014 tarihli bilirkişi raporuna ekli krokide L harfi ile gösterilen 12.375,06 m2'lik kısmının zilyetliğinin davacıların müşterek murisi ...'ten davacılara kaldığı ve davacıların zilyetliğinde olduğunun tespitine, taşınmazın kalan kısmının bir bölümünün kayalıkla kaplı olup kullanıcısının olmadığı, bir bölümünün genel yol olarak, bir bölümünün de farklı miktarlarla davalılar tarafından kullanıldığı, davacının zilyetliğinde olmadığı anlaşıldığından fazlaya ilişkin talebin reddine dair verilen kararın, Dairemizce özetle “... eldeki dava zilyetliğin tespiti ve korunması isteğine ilişkindir. Davacının ne ayni ne de kişisel hakkı söz konusu olmadığına göre, uyuşmazlığın zilyetliğin korunmasına yönelik TMK'nin 981 vd. maddeleri hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Zilyetliğin korunmasına ilişkin davalarda da görev Sulh Hukuk Mahkemesine aittir. (HMK. m. 4./1-c).O halde, az yukarıda yapılan açıklamalar ışığında ve 6100 sayılı HMK'nin 4/c maddesi uyarınca davaya bakmakla görevli mahkemelerin Sulh Hukuk Mahkemeleri olacağı hususu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır. ” denmekle bozulması üzerine, bu defa davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenmiştir.
Dava, eklemeli zilyetliğin tespiti ve zilyet olunan miktarın belirlenmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, her ne kadar davanın kabulüne karar verilmiş ise de, yapılan inceleme ve araştırma hüküm vermeye yeterli değildir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden çekişmeli, tarla vasfındaki 891 parsel sayılı taşınmazın 11/05/1999 tarihinde yapılan kadastro çalışması sonrasında tamamının ... Hazinesi adına tespit edildiği ve tutanağın 15/02/2001 tarihinde kesinleşmek suretiyle tapuya tescil edildiği halihazırda davalı ... Hazinesinin kayden malik olduğu , tapuda ... kızı Havva Demir ve ... oğlu ... ‘in zilyetliğinde olup, krokisinde gösterilen A harfli evin ... oğlu ... ve B harfli evin ... oğlu ...’e ait olduğuna dair şerhin bulunduğu sabittir.
2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu 9.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 48. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, 3402 sayılı Kanun'la genel arazi kadastrosu ile şehir kadastrosu birleştirilmiş ve tek kanun olan 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre her iki halde kadastro işlemlerinin yapılması öngörülmüştür. Bu durum karşısında 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan kadastro işlemleri 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3402 sayılı Kadastro Kanunu'na göre tamamlanacaktır. 2613 sayılı Kanun'un 22/1. fıkrasının H bendinde “yapılacak ilanlar ve tahkik üzerine sahibi bulunamayan gayrimenkuller Devlet namına kaydoludur, bu malların 10 seneye kadar hükmen müstahikki çıktığı taktirde namına tahsil edilir ve satılmış ise bedeli verilir” denilmektedir. Bu maddenin doğrudan doğruya somut olaya uygulanması düşünülemez. Sadece maliki belli olmayan taşınmazların Devlet yani Hazine adına tapuya kayıt ve tescili öngörülmüş, ancak 10 yıllık süre içinde gerçek hak sahiplerinin Hazine'ye karşı dava açarak mallarını geri alması ya da bedelini istemesi öngörülmüştür. Doğrudan doğruya 2613 sayılı Kanun'da açıklanan madde dışında hak düşürücü süreyi öngören başka bir madde yer almamıştır. Ne var ki, bu kanun 3402 sayılı Kanun'un 48. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış, onun yerine 3402 sayılı Kanun yer almıştır. 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 31/2 maddesinde 10 yıllık hak düşürücü süre öngörülmüştür. Bunun yerine geçen 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde de 10 yıllık hak düşürücü süre yer almaktadır. Anılan Kanun'un 3. fıkrasında “tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplerde dayalı olarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.” Amir hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda davacıların 1970 yılından beri eklemeli zilyetliklerinin bulunması ve kadastro tutanağının 15/02/2001 tarihinde kesinleşmiş olması nedeniyle sözü edilen 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. fıkrasının uygulanması gerekir. Bu durum karşısında kadastro tutanağının kesinleştiği 15/02/2001 tarihinden davanın açıldığı 05/09/2012 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra davacılar tarafından dava açıldığından hak düşürücü sürenin geçmiş bulunması nedeniyle davacıların davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle isteğin kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır. Yüksek Yargıtay ve Daire uygulaması da bu yöndedir. Hak düşürücü süre kamu düzeniyle ilgili olup, kendiliğinden göz önünde tutulur. Kadastro tespitinden önceki hukuki sebeplere dayalı olarak açılan tüm davalarda 766 sayılı TK'nin 31/2 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. fıkralarında yer alan hak düşürücü sürelerin uygulanacağı, Yargıtay uygulaması gereğidir. Öte yandan 6292 sayılı “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun” un hak sahipliğini düzenleyen 6. maddesinde belirtilen koşulların da mevut olmadığı sabittir.
Açıklanan yönler gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması işbu incelemede anlaşılmış olup yukarıda izah edilen nedenler bozmayı gerektirirken, Dairemizin 03.04.2017 tarihli ve 2015/3728 Esas, 2017/4823 Karar sayılı ilamında belirtilen sebeplerle görev yönünden bozulmasına karar verilmesi doğru olmadığından, karar düzeltme talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteği yerinde görüldüğünden, Kabulüyle, Dairemizin 03.04.2017 tarihli ve 2015/3728 Esas, 2017/4823 Karar sayılı bozma kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 27/02/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.